CUMARTESİ YAZILARI 1940 kuşağı Garipçilerden ibaret değil. Gerçi Behçet Necatigil, Salah Birsel, İlhan Berk gibi birçok genç şair Garipçilerin getirdiği anlayışa uygun tarzda şiirler kaleme alarak bu yeni çığıra katılmışlardı. Hatta Garip’ten önce kendilerini ispatlamış kimi yaşlı şairler de -Dıranas, Tarancı ve hatta Nazım Hikmet- bu dönemde yazdıkları şiirlerle yeni akıma -veya daha doğrusu ilgi gören bu anlayışa- ayak uydurma gereğini duymuşlardı. Ancak, günün havasından etkilenmeksizin kendi özgün şiir dünyalarını inşa eden isimler de vardı bu yıllarda. Mesela Garipçilerin yaşıtı olan Cahit Külebi bu akımın pek fazla yörüngesine girmeden kendi özgün şiirini kurmuş şairlerdendir. Aynı kuşaktan Fazıl Hüsnü Dağlarca da bu yeni şiir akımının getirdiklerine hiç itibar etmemiş, ilk zamanlarda daha çok Necip Fazıl etkisini taşıyan; tek insanın dünya karşısındaki küçüklüğü ve ruh-madde çelişkisi gibi felsefi sayılabilecek izleklerin başat biçimde yer aldığı, dahası doğrudan bireysel deneyimden kaynaklanan şiirleriyle -dilinin özensizliğine ve bir yapı duygusunun eksikliğine rağmen (veya bu sayede)- kendisine Türk şiirinde özgün bir yatak açmıştır. Dağlarca’nın ilk kitabı “Havaya Çizilen Dünya” daha Garipçiler ortada yokken yayımlanmıştı (1935). İkinci -ve bana sorarsanız en önemli- eseri “Çocuk ve Allah” ise Garip’ten bir sene önce çıkmıştır. *** Attila İlhan ise neredeyse Garip akımının getirdiklerine tepki olarak ortaya çıkmıştır. Garip imgeyi kaldırmıştı; Attila İlhan imgeci bir şiir getirmekle kalmadı, sinemaskop diyebileceğimiz bir imge dünyası kurdu.