Yeni Başbakan Binali Yıldırım’la uzun boylu bir tanışıklığımız yok. Birkaç toplantıda karşılaşıp nezaket gereği hal hatır soruşumuzu saymazsak iki lakırdı etmişliğimiz bile yok kendisiyle. İçinden geldiği sektör de benim ilgi alanlarıma epey uzak zaten. Ne gemicilikten, ne inşaatçılıktan ne de telekomünikasyon işlerinden anlarım. Buralardan konu açılacak olsa konuşacak laf bulmakta zorlanırım herhalde.
Ama tabii artık bütün sektörlerden sorumlu olacağı için Binali Yıldırım’ın -bütün vatandaşlar gibi- benim de uhdemde bir sicil defteri olacak. Herkes gibi ben de icraatıyla ilgili değerlendirmelerimi not edeceğim o deftere. Bu aşamada başka bir şey söylemenin anlamı da yok zaten.
Bu yüzden yeni başbakan hakkında değil, eski başbakan Ahmet Davutoğlu üzerine birkaç şey söyleyeceğim. Belki Davutoğlu’nun “içinden geldiği sektör” ilgi alanlarımla kesiştiği için. Belki de “gelen ağam, giden paşam” felsefesinin etkisinde kaldığım için.
Şaka bir yana, Davutoğlu başbakan olduğunda hakkında yazılan yazıların sayısına bakın bir, bir de görevden ayrıldıktan sonra ardından yazılanların sayısına. Hem o gün hem de bugün yazılanların içeriği konusuna ise değinmiyorum bile…
Neyse... Yenisinin aksine, eski başbakanla epeyce “lakırdı etmişliğimiz” var. Gerçi başbakanlığı döneminde ancak birkaç programda bir araya geldik; son altı-yedi ay içinde ise hiç görüşmedik. Yani öyle bilinen şekildeki siyasetçi-gazeteci münasebetimiz zayıftı. Ama eski tabirle “muarefemiz” ayrı…
Davutoğlu’nu Türk kamuoyu dış politika başdanışmanı ve dışişleri bakanı şapkalarıyla tanıdı. Ama ondan önce dar bir muhitin dikkatini çeken parlak bir akademik kariyeri vardı. Başbakanlık görevine geldiği günlerde “o Ahmet Davutoğlu” hakkında bir iki anekdot anlatmıştım... O yazıyı okuyanlar için ikinci baskı olacak: