Son olarak İmparatorluk devrinde yürürlükte olan millet sistemi üzerine konuşuyorduk. Osmanlı Devletinin istisnasız bütün vatandaşları dinî aidiyetleri itibarıyla İslam milleti, Yahudi milleti, Ortodoks milleti… vs diye tasnif edilen topluluklardan birinin mensubuydu. “Milli kimlik” buydu. Gelgelelim İmparatorluğun zayıflayıp artık dağılmaya başladığı son devirlerde bu millet sistemi tartışma konusu oldu. Çünkü İmparatorluk içindeki milletler arasında ister istemez bir hiyerarşi mevcut olduğundan o çağın yükselen değerlerinden “eşit vatandaşlık” realize edilemiyordu. Uyrukların tamamının devlete bağlılığını sağlamak veya korumak için özellikle gayrimüslimlerin ikinci sınıf vatandaş gibi muamele görmeleri engellenmeliydi. Tanzimat bunu sağlamaya yöneldi ama netice vatandaşların eşitliği değil gayrimüslimlerin imtiyazlı (yani Orwellyen anlamda “daha eşit”) vatandaş özelliği kazanması oldu. Çünkü 19. asrın başından itibaren gayrimüslim unsur Avrupa’daki iktisadi ve kültürel gelişmeleri daha yakından izleyip uyum sağlamaya elverişli bir zihinsel yaklaşıma ve imkânlara sahip hale gelmişti. Bu azınlıklar iktisadi ilişkileri itibarıyla partneri -veya“kompradoru”- oldukları Avrupalılardan siyasi himaye de görebiliyorlardı. Dolayısıyla Tanzimat’ın getirdiği eşitlik gayrimüslimlerin gücüne güç kattı; geri kalan geniş millet çoğunluğunun ise “fırsat eşitliği” daha da daraldı.