Kant’ın “ebedi barış” projesinden söz etmiştik. Nasıl ki devlet kurumu birbirimizle çatışmadan, birbirimize zarar vermeden uyum ve huzur içinde yaşayacağımız toplumsal bir düzen anlamına geliyorsa, Hobbes’un formülasyonundaki şekliyle “doğa durumu”nda bulunan devletlerin birbirleriyle ilişkisini düzenleyecek bir sistem de dünya üzerinde aynı işlevi sağlayabilirdi Königsbergli filozofa göre. Kant’ın iyimserliği 18. yüzyıldaki Avrupa siyasi konjonktürüyle ilgilidir ve belki de ömrü vefa etmiş olsaydı ilerleyen yıllarda gelişen olaylara bakıp kendi projesinden ümidini kesebilirdi. Özellikle yeryüzü ölçeğinde büyük yıkımlara yol açan iki dünya savaşını görmüş olsaydı. . . Ne var ki dünya savaşlarının dehşeti aslında Kant’ı haklı çıkardı denebilir. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından oluşturulan Milletler Cemiyeti ve İkinci Büyük Savaştan sonra kurulan Birleşmiş Milletler en azından Avrupa’da savaş dışında bir ilişki ve uzlaşma zemini arayışının ifadesi oldular. Keza Lahey Adalet Divanı gibi kuruluşlar bu süreçte mevcut uluslararası hukuk düzeninin organları olarak ortaya çıktı.