1789 Fransız ihtilalinden sonra başta Fransa olmak üzere Almanya ve İtalya gibi Avrupa ülkelerinde modern anlamda milletleşme süreci çerçevesinde etnik-bölgesel-dini kimlikler daha kapsamlı millî kimlikler içinde asimile olmuşlardır.
Osmanlı’nın önce Tanzimat’la temeli atılan ve akabinde Islahat Fermanı ile hayata geçirilen Osmanlı vatandaşlık rejimi de Fransa örneğinde olduğu üzere eşit ve imtiyazsız bir “Osmanlı milleti” yaratmayı hedeflemiş; ancak neticede arzu edilen amacın aksine Hıristiyan unsurun imtiyazlı bir kitleye dönüşmesine yol açmıştı.
***
Önce Yeni Osmanlılar, sonra Jöntürkler ve nihayet İttihatçılar bu çarpıklığı gidererek “ittihat”ı yani hürriyet ve eşit vatandaşlık zemininde “milli birliği”sağlamaya yönelik çaba içinde olmuşlarsa da en nihayet bunun boş bir uğraş olduğu kanaati galip gelmiştir. Bu çerçevede önce -Hıristiyanları dışarıda bırakarak- Osmanlılık adıyla devletin Müslüman tebaasına dayanan tabiri caizse bir çeşit “İslam milliyetçiliği” denendi. O da tutmayınca -bu sefer Arapları dışarıda bırakarak- Müslüman tebaanın bir bölümünü kapsayan Türk milliyetçiliği seçeneği gündeme geldi. Ama bu da çare olmadı. Devleti ayakta tutmak için milli birliği sağlamaya yönelik bu entelektüel/teorik girişimlerin hiçbiri istenen faydayı sağlayamadı. Neredeyse her gün bir parçasını kaybetmek suretiyle hızla dağılmaya yüz tutmuş olan imparatorluk Birinci Dünya Savaşı sonunda tamamen parçalanıp ortadan kalktı sonuç olarak.