En başından beri Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgal girişimini öncelikle üç asırlık Rus yayılmacı siyasetiyle, sonra bu siyasetin bugün de geçerli olan jeopolitik dayanaklarıyla ve nihayet Soğuk Savaş’ın Batı karşısında -Sovyet tahakküm düzeninin yıkılmasına yol açan- ağır bir yenilgiyle sonuçlanmasının Rus insanında doğurduğu psikolojiyle açıklamaya çalışıyoruz. Doğru yapıyoruz; Putin’i motive eden temel dinamiklerin bunlar olduğu belli. Diğer yandan, yeni Moskova çarının çıktığı Kiev seferinde uğradığı hezimetin sebebi de iki başlıkta özetlenebiliyor: Ukrayna halkının ve ordusunun beklenmedik şiddetteki direnişi, Batı dünyasının yine beklenmedik ölçüdeki tepkisi ve karşı hamlesi.
Evet, bunlar yeterince açık… Peki, dünyanın en büyük güçlerinden birinin yönetimindeki bu öngörüsüzlük neyle izah edilecek? Azami üç günde bitirmeyi planladıkları işgal harekâtı sarpa sarmış, bütün dünyayı karşılarına almışlar, kendi kamuoylarını da karşılarına almamak için kayıp sayılarını gizliyorlar, yine bu yüzden cepheye yeni asker gönderemiyorlar, bunun yerine “Ortadoğu’dan 16 bin savaşçı” getirteceklerini açıklıyorlar.
İlk günlerde “Kiev ile görüşeceğimiz...