Geçen haftaki yazının sonunu şöyle bağlamıştık: “Masonluğun Türkiye’deki varlığının önem kazanması daha ziyade yerel örgütlenme imkanlarının kısıtlı olduğu Abdülhamit rejiminin doğurduğu ihtiyaca locaların cevap vermelerinden dolayıdır. Elbette masonluğun aydınlanma fikriyatını ve Fransız devriminin prensiplerini temsil ediyor olması daha Tanzimat devrinde modernleşme ve hürriyet yanlısı Osmanlı aydınları açısından belli ölçüde bir cazibe oluşturmuştur ama daha sonraları mason localarının fiiliyatta gördüğü işlev rejim karşıtı veya yenilik taraftarı aydınların bir araya gelebildikleri bir ortam sunmasından ibarettir. ” Yani ilk döneminde Batılılaşmış aydın zümre için mason locaları geçmişte tekkelerin gördüğü işlevi üstlenmiş gibidir bir anlamda. Dünyadaki “yeni fikir”lerin konuşulup tartışıldığı, ülkenin sorunlarının çözümü için yapılması gereken “yenilik”ler üzerine kafa yorulduğu ortamlardı aydınların çoğu için localar. Ama aynı zamanda mensuplarına sunduğu pratik faydalar da yok değildi. Özellikle gayrimüslim tüccar için milletlerarası piyasa aktörleri başta olmak üzere nüfuzlu kimselerle irtibatını ve ilişki ağını güçlendirecek, işlerini kolaylaştıracak bir “araç”tı. İstanbul’daki diplomatik misyon için localar Osmanlı toplumunun seçkinleriyle münasebet kurma kanalı oluşturuyordu. Türkiye’nin yurtdışı temsilcileri de bulundukları ülkelerde aynı şeyi yapmaktaydılar. Avrupa başkentlerindeki mason localarına katılan Türk diplomatların birçoğunun bunu en azından başlangıç dönemlerinde “resmî görev” gereği yaptıkları anlaşılıyor. Ancak Tanzimat aydınlarının masonlukta -ülke için gerekli olduğunu düşündükleri- yeni ve ilerici fikirler buldukları, locaları serbest düşüncenin ve yenilikçiliğin temsilcisi olarak gördükleri vakıa.