Ankara’nın epeydir sorun yaşadığı İsrail başta olmak üzere Suudi Arabistan, Mısır, BAE ile ilişkilerini “normalleştirme” yolunda attığı adımlar bir zorunluluğun sonucu. ABD’de -niye bu kadar gönülden desteklediğimizi bilmediğimiz- Trump idaresi yıkıldıktan sonra Biden ile arayı düzeltmek için bunları yapmaya mecburduk. Ama bu kadar ihtilafı, bu kadar çatışmayı taşıyacak halimiz de yok zaten.
Şimdi atılan bu adımları ellerini acıtacak kadar şiddetle alkışlıyor birileri. Daha önce de aksi yöndeki hesapsız adımları var güçleriyle alkışlayanlarla aynı kişiler bunlar. İktidar ne yapsa alkışlayanlar. İyi, güzel de.. bugün aramızı düzeltmek için onca uğraş verdiğimiz bu ülkelerle arayı niye bozduk?
Diyorlar ki kavga çıkaran taraf biz olsak da neticede haklı olan taraftık. Peki, şimdi ne oldu? Haklı olmaktan vaz mı geçtik? Yoksa haklılık iddiamızı mı terk ettik? Cevabı bilinen sorular bunlar…
Peki bu süreçte ne kazandık ne kaybettik? Üstelik şimdi arayı düzelteyim derken daha büyük yanlışlar da yapılıyor, ülkenin geleceği adına başka risklere de kapı aralanıyor. Söz gelimi Cemal Kaşıkçı olayının, bırakın toplumun hukuk duygusunda ve
vicdanlarda açtığı yarayı, Türkiye’nin itibarına verdiği zarar nasıl onarılacak? Körfez emirliklerinin ekonomik kriz yaşamakta olan Türkiye’deki birtakım ticari varlıkları satın almaya yönelik iştahları milli çıkarlarımıza halel gelmeden nasıl doyurulacak?
Dış politikayı iç politika malzemesi yapma hesapsızlığının sonucu başka türlü olabilir miydi? Olamazdı. Boşuna dilimizde tüy bitene kadar itiraz edip durmadık 2011’den beri yapılan yanlışlara... Ne var ki milli çıkarlar ancak propaganda söylevlerinin malzemesi olarak akla geliyorsa bu tür itirazlar -hem de gayrı millilik suçlamasıyla- size geri bile dönebiliyor.