Akif Emre’yi yazmak istiyordum günlerdir; bir türlü o takati bulamadım kendimde ve yazamadım. Çünkü hâlâ gerçek olduğuna inanamadığım bu kayıp beni ziyadesiyle etkiledi. Çok yakın olduğumuz için mi? Gerçi çeyrek asrı aşkın bir arkadaşlık-kardeşlik hukuku vardı aramızda ama yediğimizin içtiğimizin ayrı gitmediği, hatta öyle sık görüştüğümüz bile söylenemezdi. Belki her ikimiz de pek sosyal karakterli olmadığımız için…
Zaten ilgi alanlarımız da epeyce farklıydı. Hatta bazı temel konularda görüşlerimiz de aynı istikamette değildi. Ama şaşılacak şekilde, birtakım güncel siyasi meselelerde hep aynı hizada buluştuk. 1 Mart tezkeresinden Gülenciler eliyle gerçekleştirilen malum işlere, Gezi Parkı olaylarının analizinden hükümetin Suriye siyasetine kadar pek çok konuda…
Akif Emre, biliyorsunuz, geniş kitleler nezdinde tanınan biri sayılmazdı. TV ekranlarında hemen hiç görünmezdi; gazete köşesinde yazdıklarını okumak ve anlamak için de asgari bir birikime ihtiyaç olduğu için kitlesel bir figür değildi. Fakat buna rağmen ölüm haberinin oluşturduğu etki ve özellikle cenaze törenine gösterilen ilginin büyüklüğü şaşırtıcı ölçüdeydi.