CUMARTESİ YAZILARI Avrupa’da kuzey ile güney geçmiş asırlarda bugüne göre çok daha uzaktı birbirine. Kuzeyde Germen kökenli topluluklar, güneyde Latin asıllı kavimler yerleşikti. Her ikisi de Hind Avrupa kökünden olmakla birlikte, zamanla dilleri de kültürleri de farklılaşmış iki ayrı insan topluluğu. Gerek coğrafya ve iklimin gerekse etnokültürel faktörlerin tesiriyle, örgütleniş tarzları da farklıydı. Güney’de Roma tecrübesi ve dolayısıyla devlet geleneği vardı. Batı Roma’nın dağılmasının ardından merkezi yönetim büyük ölçüde çözülmüş ve yerini merkezkaç nitelikteki feodal yönetimlere bırakmış olsa da bu coğrafyada merkeziyetçi eğilimler pek gündemden düşmemiştir. Kuzeyde ise merkeziyetçiliğin bir siyasi eğilim haline gelmesi için ancak burjuva sınıfının belirli bir aşamada önce ulusal pazara, ardından standart bir vergi ve gümrük düzenine ihtiyaç duymasına kadar beklemek gerekiyordu. Yalnız siyasi örgütlenme alanında değil, dini organizasyon yöntemlerinde de kuzey ile güney arasında ciddi farklılıklar gözlemliyoruz. Güneyde merkeziyetçi ve hiyerarşik olarak örgütlü bir Kilise varken, kuzeyde bağımsız kiliseler görüyoruz. Ama burada Reformasyon sonrasından söz etmiyoruz henüz; Hıristiyanlık öncesinden söz ediyoruz.