Suriye’nin kuzeyinde ABD destekli YPG yapılanmasına karşı Ankara’nın ısrarlı uyarıları müttefiklerimizden anlamlı bir karşılık görmedi. Ne stratejik ortak sıfatıyla andığımız geleneksel müttefikimiz ABD’den ne de konjonktürel müttefikimiz Rusya’dan. Son dönemde gelişen olaylar her iki küresel gücün Suriye’nin müstakbel siyasi mimarisi konusunda belli ölçülerde mutabakata vardıklarını ve Türkiye’nin buradaki hassasiyetlerini pek de umursamadıklarını gösteriyor. ABD ile Rusya’nın üzerinde mutabık oldukları en önemli hedef Suriye’nin kuzeyinde PYD denetimindeki “de facto” siyasi oluşumun kalıcı ve uluslararası meşruiyete sahip bir yapıya dönüşmesi. PKK’nın Suriye kolu olarak gördüğümüz bir örgütün bağımsız veya özerk bir devlete dönüşmesinden söz ediyoruz. Türkiye açısından kabulü zor bu gelişme aslında Suriye iç savaşının doğal sonucu olarak görülmek durumunda. Bu bakımdan da komşu ülkede taşların yerinden oynadığı 2011’den itibaren hazırlıklı olunması ve gereken siyasi önlemlerin daha önceden alınması gerekiyordu. Bunu yapamadığımız malum. Belki de Suriye’de işlerin bu noktaya gelebileceği aklımıza hiç gelmediğinden bu konuda yazıp çizen bir grup aydının uyarılarını hiç dikkate almadık, hatta aralarında bu satırların yazarının da olduğu bu insanları “Esedçi, İrancı” falan ilan ettik. Diğer yandan, hem bölgesel hem de küresel aktörlerle ilişkilerimizin bugünkü noktaya taşınacağı da birkaç yıl öncesine kadar hiç kimsenin aklına gelmediği için bugün karşımıza çıkan tabloya karşı direnç gücümüzü sınırlandıran konjonktür iyice şaşırtıcı görünüyor.