Üsküdarlıların imdat çığlıklarıyla korumaya çalıştıkları 500 yıllık Mimar Sinan eseri küçük bir yalı camii… Yalı camileri İstanbul kültürünün ortaya çıkardığı estetik değerlerden biri. Deniz kıyısına, bugünkü tabirle denize sıfır inşa edilen küçük mescitlere yalı camii deniyor. Küçük mescitler dedim, çünkü bunların hemen hemen tamamı, içlerinde minber olmayan, yani cuma namazı kılınmayan küçük ibadethaneler. Mahalle mescitleri. Boğaz köylerinin veya boğaz semtlerinin ahalisinin günlük ihtiyaçlarını karşılamak için inşa edilmişler. Ancak, Anadolu yakasında Üsküdar’dan başlayıp Beykoz’un balıkçı köylerine kadar, öbür yakada ise Karaköy’den Kavak’a kadar izleri sürülen yalı camilerinin diğer semt camilerinden veya mahalle mescitlerinden ayrı bir havası vardır. Hem Boğaz’ın doğal estetiğini de yanı başlarında buldukları için hem de ortalamanın biraz daha üzerinde bir mimari zevkini yansıttıkları için. Boğaziçi’nin doğal estetiği bu güzelliğin bir parçası dedim ama aslında Boğaziçi’ne doğal bir su yolu olmanın ötesinde kültürel/estetik bir mekân kimliği kazandıran da Osmanlı mimarisi. Yani bu şehir ve çevresinde üretilen kültür ve estetik coğrafyadan aldıkları kadar coğrafyaya vermiş. Yalı camileri de bunlardan… Boğazın her iki sahiline serpiştirilmiş inci taneleri gibi parıldayan o zarif yapılar kadim İstanbul’un güzelliğinin önemli bir bölümünü oluşturur.