İnsan çoğu zaman aklının veya vicdanının emirlerinden ziyade kendi doğasının gereklerini yerine getirmeye eğilim gösterir. Hatta fıtratının gerekleri bazen kendi çıkarını gözetmekten bile alıkoyabilir insanı.
Türk toplumu olarak “yaklaşan deprem” konusundaki tuhaf duyarsızlığımız da bundan olmalı. 17 Ağustos’tan sonra evinin duvarındaki çatlağı sıvayıp hasarlı binada oturmaya devam eden kişilerin bu tutumlarını ekonomik yetersizlikle izah ettiğini görmüştük. Evsiz kalma endişesi hayatta kalma güdüsünü baskılıyordu sanki.
Çünkü bu kişilerin konuyla ilgili akıl yürütmesine göre depremin ne zaman olacağı, hatta olup olmayacağı belli değildir, deprem sırasında evde olup olmayacağı da belli değildir. Diğer yandan hasarlı binasının yıkılmasına izin verse yerine yenisini yapabilme imkânı bulup bulamayacağı meçhuldür. Dolayısıyla bir tür kumar oynamakta, ekonomik çıkarı adına hayatını riske atmaktadır. İntihar değildir yaptığı belki ama tabiri caizse intihar piyangosundan bilet almaktır.
Peki, ihtiyaçlar piramidinde can güvenliği en üstte değil miydi? Her ne kadar mal canın yongası olsa da mal uğruna canımızı tehlikeye atmamız akla uygun...