Her zaman olduğu gibi tezlerin ve antitezlerin ifratla tefrit arasında gidip geldiği tenis maçı benzeri bir tartışmanın seyircisiyiz. Bir yanda “tarikatlar ve cemaatler kapatılsın” etiketleriyle kampanya yapanlar, öbür yanda ise ne olursa olsun kol kırılır yen içinde kalır mantığıyla dini cemaatlerin hiçbir hatasını görmeye yanaşmayanlar. Tarikat ve cemaatlerin kapatılması talebinin somut bir karşılığı yok, çünkü zaten resmi olarak var olmayan yapılar bunlar. Buna rağmen fiilen varlıklarını sürdürebilmeleri de gösteriyor ki resmi tescilden bağımsız olarak var olabilen toplumsal kurumlardan söz ediyoruz. Yani kapattım demekle kapatılmıyorlar. Devletin baskısı bunları zayıflatmıyor, aksine güçlendiriyor. Dolayısıyla laiklik hassasiyeti olan kesimlerin temsilcileri tribünlere şov yapmak için böyle gösterişli ama faydasız çağrılar yapmak yerine toplumsal bir realite olan bu tür yapıların devletle ve siyasetle ilişkisine dair kuralların belirlenmesini talep etseler daha doğru bir iş yapmış olurlar. Muhafazakâr-mütedeyyin kesimdeki “yedirmeyiz” tutumu da rasyonel değil, çünkü son tahlilde işe yarar değil. Tarikat ve cemaatlere kendi alanlarındaki faaliyetleri serbestçe sürdürebilme imkânı sağlamak liberalizmin “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” anlayışıyla olmaz. Kurallar olmalı, sınırlar bilinmeli.