Aşağı yukarı kırk yıldır başımızda bir “bölücü terör” belası var. Soğuk Savaş şartlarında Rus desteğiyle ortaya çıkıp bölgede zemin bulan PKK’nın Türkiye için oluşturduğu tehdit sonraki süreçte dünyadaki ve bölgedeki bütün dengeler değişirken de bertaraf edilemedi. Bunu sadece sosyolojiyle açıklamak eksik olur; Türk dış politikasının zaafları ve yetersizlikleriyle de ilgili bu problem. Gerçi PKK terörünü başımıza bela eden faktörleri alt alta sıralamaya kalkışsak yüzlerce maddelik bir liste çıkar ortaya. Ama bunların çoğu sebep değil sonuç hükmündedir aslında. Yani karşımızdaki tehdidi bertaraf edebilmek için başvurduğumuz yöntemlerin yan etkileri…
En büyük hatamız bölücü eğilimlerle mücadeleyi bölücü terörle mücadeleden ayırt etmeyi beceremeyişimiz. Elbette biriyle mücadele edelim, diğerini boş verelim falan demiyorum. Bu iki mücadelenin iki ayrı yöntem ve planlama çerçevesinde yürütülmesi gerektiğini söylüyorum. Her ikisini de doğru düzgün yapamadık bugüne kadar. Hep ifratla tefrit arasında gidip geldik. Ya terör örgütünün propagandasına hizmet edecek tarzda yaklaştık meseleye ya da Kürt vatandaşlarımızı kucaklıyoruz diye teröristlerin de faaliyet alanını rahatlattık.
Türkiye’nin Kürtleri arasında bölücü eğilimler Osmanlı’nın son dön