ABD’de yabancı düşmanı, İslamofobik ve cinsiyetçi bir siyasi dille ortaya çıkmış olan Donald Trump’ın başkanlık seçimini kazanması çoğumuzu şaşırttı. Oysa bütün Batı dünyasında son dönemlerde revaç bulan siyaset tarzının ne olduğunu bildiğimize göre bu gelişmeye gerçekten şaşırmalı mıydık?
Trump modelindeki popülist bir siyasetçinin ABD’de seçim kazanması öncelikle bu seçimin kendi şartları içinde değerlendirilmeli. Bu da önce rakibinin yetersizliği veya toplumda oluşturduğu tepkiyle ilgili. Biliyorsunuz, eski ABD başkanlarından Bill Clinton’ın eşi ve eski dışişleri bakanı Hillary Clinton’ın Amerikan toplumunun genelinde “itici” bulunduğu, mensup olduğu “elit kesim”e duyulan tepkiyi üzerine çektiği veya statükonun temsilcisi olarak görüldüğü söyleniyor öteden beri. Tam da bu noktada daha önce ezici çoğunluğu Obama’ya oy vermiş olan siyahilerin veya İspaniklerin bile toplu desteğini alamadığı ortaya çıktı. Bu arada İspanik nüfusun azımsanmayacak bir bölümünün Meksika sınırına duvar öreceğini, göçmenleri ülkeden atacağını söyleyen Trump’a oy vermesi de her şeyden önce Clinton’ın kimliği ve kişiliğiyle bu kesimlere ne ifade ettiği konusuna bağlı olarak değerlendirilmeli.
***
Trump’ın seçim başarısı ABD toplumunun özgün psiko-sosyal şartları yanında Batı dünyasında ve hatta belki de dünya genelinde egemen model haline gelmekte olan popülist siyaset anlayışı çerçevesinde de anlam taşıyor.