Yıllar önce İngiltere’ye ilk defa gittiğimde beni en fazla etkileyen deneyim şehirlerin farklı semtlerinde aynı dükkanlarla karşılaşmak oldu. Bizde genellikle “kişisel işletme” olan bakkal, manav, fotoğrafçı, hatta eczane gibi küçük ticarethaneler orada büyük şirketlerin mağaza zincirlerinin parçasıydı çoğunlukla. “Tekelci kapitalizm”i kendi gözlerimle görmüştüm. Aynı zamanda bizdeki sistemin farkını da… Kapital’i okumuş -veya benim gibi biraz karıştırmış- olanlar hatırlayacaktır: Marks’a göre küçük kişisel işletmeleri eşitsiz rekabet şartlarında acımasız yöntemlerle ortadan kaldıran büyük şirketler tekelci kapitalizmin gereklerini yerine getirmişlerdir. Marks’ın “sermaye temerküzü” dediği süreçte daha önce (yani kapitalizmin doğuş aşamasında) piyasanın temel aktörü olan esnaf ve sanatkârlar (“küçük burjuvazi”) tekelleşme döneminde giderek güçlerini kaybederler. Birçoğu ayakta bile kalamaz. Hatta büyük şirketlerin acentalığı gibi birtakım imkanları bulamayanlar proleterleşirler. Türkiye’de biz bu sürecin benzerini 18. yüzyıldan itibaren başka bir şekilde yaşadık. .