'Bu topraklar' ifadesini çok sık kullanırız. Peki, bundan ne anlıyoruz, anlamalıyız?
Bu topraklarda neşet eden ve günümüze ulaşan yahut ulaşmayan her türlü güzellik, kıymet, yaşanmışlık. Yunus Emre'den bozkırdaki alıç ağacına, Ahlat'taki Selçuklu mezarlığından hâlâ ayakta olan bir dağ köyüne, İnce Minare müzesindeki sekiz yüz yıllık ahşaplardan yanık sesli bir çobana kadar. Sadece büyük eserler değil, küçük çabalar da bizi ilgilendiriyor.
Üstünde yaşadığı toprağa yabancı kalmak, kendi insanına hor bakmayı da beraberinde getiriyor.
Önce her anlamda toprağı tanıyacağız, tanımalıyız. Üstünde ne olmuş ve oluyor; altında kimler yatıyor?
Toprağın sesine kulak vermek, bizi iyi insanlara, hakikatli işlere, derin düşüncelere götürür.
Toprak bize daima güzel huylar öğütler: Mütevazı olmak, tevazu göstermek, vefalı çıkmak, emek vermek, fedakârlık yapmak. Sabrı tavsiye eder. Susuzluktan çatlar da sesi çıkmaz.
Toprağı arsa, yatırım aracı veya taşınmaz mal olarak görenler, meseleye dünyadan bakıyor demektir. Bir şeyi anlamadığımız zaman, saçma olmuyor o.
Toprak ev sahibidir. Biz ise kiracı bile değiliz.