Türkiye kuşatılıyor derken, sadece sınırlarımızdaki gelişmelere işaret etmiyorduk. Uzak gibi görünen yakın tehlikeler vardı. Şimdi her şey daha iyi anlaşılıyor.
Aylardır kendi aramızda ülkemizin hâl ve gidişatını konuşuyoruz. Gerçi bir yere gittiğimiz yok. Üstümüze geliyorlar.
Batı dünyası, tarihî derinliği olan husumetine yeni bir öfke eklemiş durumdadır. Kendi kararlarımızı almamız, başımızın çaresine bakmaya çalışmamız belli ki kara kızgınlığa neden olmuştur. Türkiye’nin umuda dönüşmesini engellemeye çalışıyorlar. Devlet aklını hataya zorluyorlar. Bize düşen, düşmemektir.
Batılı güçler, son üç asırda, milletimizin ve devletimizin her başarısını cezalandırmıştır. Bir örnek verelim: Türk - Yunan Harbi’nden muazzam bir zaferle çıktık. (1897) Hemen peşinden Girit elimizden alındı. İstiklâl Mücadelesi’nin sonuçları da az çok böyle olmadı mı?
‘Devlet aklını hataya zorluyorlar’ bahsini biraz açalım. Son yıllarda doğu illerimizin nüfus yapısı endişe verici şekilde değişti, değişiyor. Siirt’ten Iğdır’a kadar geniş bir coğrafyadan bahsediyoruz. Birlik ve beraberlikten yana olanlar göçe zorlanıyor. Mesela üç yıl içinde Van ilinden kaç bin insan ayrıldı, bilen var mı? Bu büyük oyunu küçük bir partinin veya silahlı örgütün tek başına kurması mümkün değildir. Üst akıl kimdir, nerededir? Devlet aklı bu konuda niye tutulmuştur?
Amerika, sınırlarımızın sıfır noktasında, bir ayağı ve iki gözü ülkemizde olan terör ordusu kurdu, büyütüyor. Her türlü modern silahı, gelişmiş teknolojiyi onların emrine verdi, veriyor. Şimdi iki paragrafı ve bilgiyi birleştirip yeniden okuyalım.