Halep vilayeti sınırları içindeki postanelere çalışıyorum. 1865 ile 1918 yılları arası. İlk dantelli pullarımızın kullanılmaya başladığı tarihten Birinci Cihan Harbi’nin sonuna kadar.
Andırın, Antakya, Antep, Bab, Birecik, Cedide, Cerablus, Elbistan, Göksun, Harim, İdlib, İskenderun, Kilis, Maarra, Maraş, Menbiç, Nizip, Pazarcık, Rumkale, Süveyda. Böylece Halep vilayetinin sınırları da ortaya çıkmış oluyor.
Bize “neden oralarla bu kadar ilgileniyorsunuz” diye soruyorlar. İlgilenmekten ziyade, kayıtsız kalamıyoruz. Çünkü aynı coğrafyadan ve benzer insanlardan bahsediyoruz.
Sınır diye çizilen şey, tarihin ve hakikatin kendisine aykırıdır. Galip devletler adeta bir insanı ortadan ikiye bölmüşler. Elmayı değil, insanı. İşte bu yüzden Halep, İdlib, Menbiç yahut Cerablus’ta yaşanan her olay memleketimizi derinden etkiliyor. “Bize ne” diyemiyoruz.
Aynı parçalanmışlık Musul vilayeti için de geçerlidir. Erbil, Kerkük, Sincar, Süleymaniye, Telafer veya Tuzhurmatu. Dönüp bakmadan edebiliyor muyuz? Oralar ile buralar arasında kayda değer bir fark var mıdır? Telafer’de yaşanan bir hadise, Erbil’de alınan bir karar, Sincar’da oluşan bir boşluk, bizi nasıl da yakından ilgilendiriyor.
Artık bunları daha iyi biliyoruz. Anadolu’nun savunmasının niçin Menbiç veya Sincar’dan başlaması gerektiğini öğrendik. Mevcut durum, ülkemizi savunmasız ve eksik bırakmak için kurgulanmış sanki.