Türkiye Cumhuriyeti için olaysız günler sona erdi. Daha önce yazmıştık: Yıllar sürecek zorlu bir döneme girdik. Sonunda neler olacak, Allah ömür verirse hep birlikte göreceğiz.
İlk günden beri bekâ meselesini dile getiriyoruz. İstiklâl ile İstikbal kelimelerini aynı cümle içinde kullanıyoruz. Millî Mücadele diyoruz. Bir kuşatmadan bahsediyoruz. Bugün bütün bunlar gözle görülür, elle tutulur hale geldi. Aziz milletimiz tehdidi ve tehlikeyi berrak bir biçimde gördü. Gazetelerde okuyor, televizyonlarda seyrediyor, günlük hayatımızda şahitlik ediyoruz: İlânsız bir seferberlik hali yaşanıyor. Askerlerimiz için kazak örenler, yemek pişirenler, maddî kazançlarından geri çekilenler…
Dayanışma duygusuna tekrar kavuşmamız için büyük ve hayatî bir şeyin olması gerekiyordu. Şimdilerde o oluyor.
Artık anlaşılmıştır. Konu, bir siyasî parti ve onun lideri değil, ülkemizin kendisidir. Hak ile Bâtıl arasındaki eski bir cephe yeniden açılmıştır. İslâm inancına hasımlık edenlerin batı dünyası tarafından desteklenmesi, gönüllü olarak silahlandırılması, yeterli bir örnektir. Sayın Erdoğan’ın sözleriyle söyleyelim: Haçlıların yeni işbirlikçileri.
Avrupa şehirlerinde bile camileri hedef almaları, kalplerinin karanlığını ve düşmanlıklarının ne dereceye vardığını gösterir. Yıllardır Müslüman Kürt halkına tasallut olanlar işte bunlardır.
Yaşanan bir hakikat daha var: Terör örgütleri üzerinden ülkemizin savunma kapasitesini ve savaşma kabiliyetini test ediyorlar. Musibet zamanında insanımızın birbirine yakınlığını görmek istiyorlar. Genel bir savaş durumunda toplumsal dirayetimiz nasıl olacak, onu öğrenmeye çalışıyorlar. Neden?