Katıldığım her cenazede aynı sözü mırıldanıyorum: ‘Dün bu vakitte hayatta idi.’ Yani şu anda, şimdi. Bizim gibi. Yarın için muhtemelen planları vardı. Falan işi yapacak, filan kişi ile görüşecek vesaire. Olmadı. Her şey yarım kaldı.
Mevâkıf isimli kıymetli eserde, şu söylenir, söyletilir: “Kabrine yalnız gir.” (288) Zaten kabre yalnız girmiyor muyuz? Burada ne anlatılıyor olabilir? Cevabı başka bir kaynakta bulabiliriz belki.
Mesnevi’de ‘hırsına ve sonsuz emellerine lokma olan’ insanlardan bahsedilir. Onların daha yaşarken hayata veda ettiğini söyleyebiliriz. Çünkü hayat bu değildir, olamaz. Münasebetler bile ona göre kurulur. İlişkiler ağına yakalanmış av gibidir kendisi. Farkına varır mı, bilinmez.
Dostluğu dünyayla değil, insanlarla kurmalıyız. Hikem-i Atâiyye’yi okurken şu ifadeyle karşılaştım: “Kullukta sadakat.” Bunu güzel yazı defterine aktarırken, hemen kenarına kurşun kalemle bir not düştüm: ‘ve dostlukta sebat.’
Biz kalbî dostluktan yanayız. Dostluğu kullanmamak, onu uzun ömürlü kılar. Duygular hariç, kullanılan her şey eskir. Demir dâhil.
Bunu diyoruz ama şunu da kabul etmeliyiz: Belki de hepimiz aynı durumdayız. Cesur düşmanlar ve sessiz dostlar arasındayız.