Hemen söyleyelim: Fitne zamanlarında bize düşen, ateşi büyütmek değil, söndürmeye gayret etmektir. Birbirimizden uzaklaşırsak eğer, her birimiz kolay hedef haline geliriz. Yakınlaşmaya özen göstermeliyiz. İnsanları kaybetmekten ziyade kazanmaya çalışmalıyız. Safları ancak bu şekilde sık ve düzgün tutabiliriz.
Evvela kardeşliğimizi kurtaracağız, sonra inşallah coğrafyamızı. Müslüman, vefalı olandır. İnancımıza vefa, tarihe vefa, toprağa vefa, ecdada vefa, yaratılış gayemize vefa. Lafı büyük, vefası küçük kimselerden olamayız.
İslâm coğrafyası kan ve gözyaşı içinde kavrulurken, paramparça olmuşken, aynı hassasiyete sahip görünen iki insanın kavga etmesi, kişisel hesap gütmesi, veballi bir iştir. Bunun makul bir izahı yoktur, olamaz. Camiamızdaki çekişmelere bu gözle veya niyetle bakmaya mecburuz. Milletimizin ve memleketimizin neye karşılık geldiğini, niçin umut olduğunu her fırsatta görüyoruz. Bu bizim mesuliyetimizi ağırlaştırıyor.
İnanılmaz bir yıkım ve ayrışma yaşıyoruz. Öyle anlaşılıyor ki daha zor günler, çetin imtihanlar bizi bekliyor. İslâm coğrafyasının tam manasıyla ayakta kalan tek ülkesi, burasıdır. Önce bunun farkına varalım. Önemimizi kavrayalım.
Türkiye nerede duruyor? Terörle terbiye ve beka sorunuyla tehdit edilmesine rağmen insafın, merhametin, adaletin, umudun ve mazlumların yanında. Müslüman kardeşleriyle beraber. Gücümüzün yetmediği, sözümüzün geçmediği yahut ‘kötü arkadaş’ kurbanı olduğumuz durumlar elbette var. Yanlış da yaptık. Hareketli ve oturmamış toplumsal yapımızın cesaretimizi kırdığı anlar da oldu. Fakat esasa baktığımızda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Siyasetin değil de insaniyetin safında yer alıyoruz.
***