Dünya hayatı kayıp ve kazanç üzerine kuruludur. Her ikisi de bizim içindir. Keder ve sevinç, varlık ve yokluk, zorluk ve kolaylık gibi.
Hakiki zenginlik maddiyatla değil, maneviyatla mümkündür. Kayıp ve kazançların muhasebesini bu hassasiyetle yapmak, bizi daha doğru sonuçlara götürecektir. Muhasebe iyidir.
Maddi şeyleri kaybettiğimiz vakit, onları yeniden kazanabiliriz. Çalışırsın, iyi niyetini korursun, nasibin de varsa olur. Fakat istikamet, samimiyet, haysiyet gibi kıymetlerimizi kaybetmemiz halinde ne yapacağız? Dünyanın bütün imkânları, bunların bir harfi eder mi?
Evet, neleri kaybediyoruz? Neşemizi kaybediyoruz diye defalarca yazdığımı hatırlıyorum. Bunu ‘eğlenmek’ olarak anlayan çıkabilir. İşin o kısmında bir sorun görünmüyor. Neşe derken; kalpten gelen ferahlık, gönülden doğan muhabbet, inançtan kaynaklanan aydınlık ve mümince tebessümü kastediyoruz.
Birbirimizden emin olma halini kaybediyoruz. Eskiden önümüzde, yanımızda, hatta arkamızda kim varsa, onlardan emindik. Şimdi hep bu kelime ve kuşkuyla birlikte yaşıyoruz: Acaba? Adeta soru işaretlerine dönüştük. Hiç şüphe yok ki paralel ihanet şebekesinin bunda payı büyüktür. Tek suçlunun orası olduğunu ise söyleyemeyiz.
Tevazu ve kibir, nezaket ve kabalık, takdir ve haset aynı çatı altında barınamaz. Şuna benzer bu: Özür diliyor ama pişmanlık duymuyor. Durumu kurtarmaya çalışmaktan kendimize sıra gelmiyor sanki. Bir kayıp daha…