Birçok yakın olayda ve son olarak Tahran Zirvesi’nde kesin bir biçimde şunu gördük: Türkiye, insaniyet demektir.
Şiddet ile inayet arasında sıkı bir mücadele yaşanıyor. Şiddet bahsine bir şerh düşelim ki anlam tamamlansın. “Kötülük, şiddetin kaynağıdır.” (İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, sayfa 199.)
Türkiye, Suriye halkının kendi kaderini tayin hakkını ve rejimin demokratik yollarla değiştirilmesini savunuyor. Yani seçimle. Makul ve makbul olan budur. Fakat şu hakikati unutuyor gibiyiz: İdlib hariç, Suriye’nin nüfus yapısı sistematik bir şekilde değiştirildi ve tek tip hale getirildi. Giden yahut gönderilenlerin kaç tanesi oy vermek için geri dönebilir?
Sadece bununla da kalmıyorlar. Devlet terörünün en şedit temsilcileri, kurtuluş kavgası veren milli gruplara bile terörist yaftası yapıştırabiliyor. Böyle bir çağda yaşıyoruz.
Ülkemiz bütün dikkatiyle İdlib meselesine yoğunlaşmışken, başka bir tehlikenin bizi beklediğini söylemeliyiz.
Suriye’deki mevcut durum haritasına bakıldığında, ABD destekli ayrı bir devletleşme çabasının artık olgunlaştığı ve sürdürülebilir sınırlara ulaştığı görülüyor. Bakınız: Fırat nehri.