Her nesil, zamanın ruhuna uygun olarak, kendi özellikleriyle birlikte gelir. Son üç nesli düşünelim: Anne babamız, biz ve evlatlarımız. Nesilleri birer kelimeyle özetlemek istersek, herhalde ortaya şu çıkar: Yokluk, zorluk ve bolluk.
Anne babamız kara gün imgesi nedeniyle tutumlu ve kanaatkârdır. Onlara göre dünyanın elli türlü hali vardır. Biz temkinliyiz. Peki, gençler nasıl?
Bizim kuşağın istekleri kişisel değil, toplumsaldı. Önce ahlak ve maneviyat, adil düzen, Ayasofya ibadete açılsın, ülkemiz tam bağımsız olsun vs. Kendi adıma şöyle düşünüyordum mesela: Siyonizm, emperyalizm ve vahşi kapitalizm dururken, kendi devletime neden muhalif olayım? Kimileri bunu devletçilik olarak görebilir ama değil.
Dergicilik yaptığımız için sürekli gençlerle irtibat halindeyiz. Ayrıca yetişkin çocuklarımız da var. Gördüğüm, anladığım şudur: Gençlerin hatırı sayılır kısmı bireysel taleplere ve özgürlük fikrine yöneldi.
Biz sokakta, hayatın içinde, insana dokunarak büyüdük. Mahalle dağıldı, komşuluk zayıfladı, itimat duygusu yara aldı. Yeni nesil televizyonda, bilgisayarda, cep telefonunda, sosyal medyada büyüyor. Hayatsız, insansız ve sanal…
Artık karşımızda büyük ve yepyeni bir kitle var: Genç nüfus. Kanka kelimesini kullandığımız vakit onlara ulaşmış, kalplerine dokunmuş olmuyoruz.