Görünüşe göre Türk-Alman ilişkileri zor bir noktada. Türkiye, Avrupa genelinde kamuya açık bir tartışma konusu haline geldi. Alman dışişleri bakanı ve başkaları, şimdi de AB yetkilileri Türkiye’yi, önce Alman vatandaşı bir gazeteci ve şimdi de bir STK temsilcisinin tutuklanmasının, Avrupa’nın demokrasi ve hukuk devleti anlayışlarına uymadığı gerekçesiyle eleştiriyor. İlişkiler nereye gidiyor?
Önce, en iyi zamanlarda bile Almanya ile Türkiye arasında sorunlar olduğunu hatırlayalım. Türk yetkililer her zaman Alman vakıflarının ve derneklerinin faaliyetlerinden şüphe duymuştur. Bu kuruluşların temsilcilerinden Türkiye’yi terkinin istendiği de olmuştur. Yetkililer, demokratik toplum iddiası altında, Almanların PKK’ya yardım ettiğinden şüpheleniyorlar. Türk hükümetinin elinde bu iddiaların doğruluğunu destekleyecek somut deliller olması gerektiği aşikardır. PKK’ya yardım etmek Alman hükümetinin politikası olmasa da bazı Alman kuruluşları, Türkiye aleyhinde faaliyet gösteren örgütleri destekliyor olabilir. Sonra, darbe girişimi ardından bir takım Türk yetkililer Almanya’ya sığınma talebinde bulundu; Almanya bu kişilerin Türkiye’ye iadesini reddetti. Bana göre bu şaşırtıcı değil. Suçluların, iade talep eden ülkeye teslim edilmesinin koşullarını belirleyen, başta suçluların iadesi anlaşması olmak üzere, bazı uluslararası kurallar var. Alman hükümeti, bu insanlara geri dönmeleri durumunda adil davranılmayacağından endişe duyuyor. Endişeleri tamamen yersiz diyemeyiz. Türkiye, Alman parlamento heyetlerinin, aralarında PKK sempatizanları bulunduğu gerekçesiyle, ülkemizdeki Alman askeri personelini ziyaretine izin vermiyor. Son olarak da, Türk siyasi liderlerinin Almanya’da yaşayan Türklerle siyasi mitinglerde buluşmak istemesi ve Almanya’nın bunu uygun bulmaması sorunu var. Cumhurbaşkanı Erdoğan G-20 toplantıları sırasında Hamburg’daki Türk vatandaşlarına konuşmak istediğinde, Alman makamları izin vermedi. Türk tarafı Almanya’da yaşayan Türklerin demokratik haklarından yoksun bırakıldığını, yabancı bir liderin yurt dışındaki seçmenleriyle konuşma yapmasına izin verme nezaketinin de ihlal edildiğini düşünüyor; Alman hükümetini eleştiriyor.
Çekişmelerin Almanya'nın seçim arifesinde olması sebebiyle bir miktar şiddetlendiğini sanıyorum. Almanya’da Türkiye’ye karşı olumsuz duygular olduğu gerçek. Bazı Alman politikacılar oy kazanmak için bu duyguları hareketlendirmeye çalışıyor. Türkiye’deki siyasi söylem incelendiğinde, yakında bir seçim olmamasına rağmen, hükümet içteki siyasi desteğini geliştirmek için seçmenin yabancı karşıtı duygularını tahrik etme eğiliminde.
Liderlerimiz oldukça keskin bir söylem kullanıyor. Yakın zamana kadar, Almanlar benzer söylem kullanmaktan çekindi. Ancak, yaklaşan seçimler nedeniyle ve ayrıca kendilerini ifade etme biçimlerinin sonuç getirmediğini değerlendirdikleri için, onlar da söylemlerini tırmandırmaya başladılar. Bunu yaparken, her iki tarafın da ortak çıkarları olduğunu unutmaması gerekiyor. Sözler, sınırsız bir nezaketsizlik yarışına dönüşürse, bu çekişmenin kazananı olmayacaktır. Ve her iki ülkenin de kötüleşen ilişkilerden kaybedecek çok fazla şeyi vardır. Türkiye için Alman yatırımları önemlidir. Yakın zamana kadar her yıl Türkiye’ye gelen en büyük turist grubunu da Almanlar oluşturuyordu. Almanya’da yaşayan kalabalık bir Türk vatandaşı topluluğu var. Almanya, Türkiye’nin Avrupa’daki en önemli ihracat pazarları ve ithalat kaynakları arasında yer almaktadır. Aynı ittifakın üyesiyiz. Dolayısıyla, zerafeti ile temayüz etmeyen halihazırdaki söz alışverişinin ortasında bile, her iki taraf da güçlü ortak çıkarlarının olduğunu göz ardı etmemelidir. Örneğin, Türk hükümeti hiçbir Alman şirketinin soruşturma altında olmadığını, bu şirketleri Türk şirketleri olarak gördüklerini ifade ederek, süren söz düellosunun yayılmasını sınırlamaya çalışmıştır. Karşılıklı atışmalar fazla gerginleştiğinde, hangi alanların tartışmaya dahil edileceğini öngörmek zor olabiliyor. İnsanlar ticari çıkarlarının olumsuz yönde etkileneceğinden endişe ediyorlar. Neyse ki Türk Hükümeti, Türkiye'de faaliyet gösteren Alman şirketlerinin, istemeden de olsa, bu çekişmenin kurbanı olabilecekleri konusunda endişeleri olduğu gerçeğini gördü, tartışmanın tonunu biraz düşürdü.
Bugünlerde daha iyiye gitmiyor. Çok fazla kişi konuşuyor. Başlangıçta yalnızca dışişleri bakanı ya da başbakanımızın açıklama yapması gerekirken, herkes tartışmaya katıldı.
Bu dış politikada iyi bir yol değildir; dış politika sabır ve ölçülü dille yürütülmelidir. Şimdi bu hastalık Almanya'ya da bulaşmış gibi. Sadece dışişleri bakanı değil, maliye bakanı, içişleri bakanı ve yetmezmiş gibi, şimdi de AB yetkilileri tartışmaya katıldı. Bu, tarafları aslında kaçınmaları gereken, daha çatışmacı ilişkilere sürükleyebilir. Taraflar ilişkileri düzeltmek istiyorlarsa, tartışmalarını kamuya açık yürütmekten vazgeçip, diplomatik alana taşımaları gerekiyor. Peki bu mümkün mü? Eğer Almanya’nın duruşunu değiştirmesinin nedeninin bir parçası yaklaşan seçimlerse, bu sorunlu davranışın en azından seçim bitene kadar devam etmesini bekleyebiliriz. Ancak, bunun ötesinde de bir sorun var. Siyasi liderler sıklıkla kendi sözlerinin esiri olabiliyorlar. Dikkatsizce söylenen sözler, onları amaçlamadıkları şeyleri yapmaya itebiliyor. Böylece, ilişkileri hiç istemeden daha da kötüleştirebilirler.