Türkiye'nin 'tarihi' olarak nitelendirilebilecek seçimleri
geride kaldı. Büyük beklentilerle gidilen seçimin sonuçları çok da
heyecan verici olmadı. 24 Haziran öncesindeki gelişmeler
Türkiye'nin büyük bir siyasi dönüşüm arifesinde olduğu izlenimi
veriyordu fakat seçimlerin ardından çok fazla şeyin değiştiğini
söyleyemeyiz. Hükümet, çoğu yönüyle seçimden öncesinden farklı
değil. Her ne kadar Başkanlık sistemine yeni geçiliyor olsa da,
sistemin getireceği birçok yetki, özellikle olağanüstü hal
aracılığı ile, bir yıldan fazla bir süredir zaten yürürlükteydi.
Bazı bakımlardan, statükonun yeniden teessüsü iyi bir şeydir:
Türkiye'ye politik ve ekonomik ortamına bir miktar öngörülebilirlik
ve istikrar getirir. Buna karşılık, yeni kurulması nedeniyle genç
tabir edebileceğimiz bir başkanlık sistemi bünyesinde bazı orta ve
uzun vadeli belirsizlikleri de barındırır. Seçim sonuçları sizce
Türkiye’nin dış ilişkilerini nasıl etkileyecektir?
Aynı hükümet, aynı jeopolitik sorunlar... Seçim sonuçları
Türkiye'nin dış ilişkilerinin nasıl bir gelişme göstermesini
bekliyorsunuz?
Dış aktörlerin beş yıl daha aynı yönetime muhatap olacaklarını dikkate almak zorunda oldukları aşikar. Bu gerçek tek başına dahi Türkiye'nin dış ilişkilerine istikrar kazandırabilecek bir unsurdur, çünkü böylece öngörülmezlik azalmış olacaktır. Buna ek olarak, dış politikanın muhtevası açısından herhangi bir değişiklik olası mıdır sorusu sorulabilir. Artık önünde seçim süreci bulunmayan hükümet, dış politikasını oluştururken acaba kendini daha güvende hissedecek midir? Bir tahminde bulunmak kolay olmasa da, gerek Türkiye'nin gerek ABD'nin, iki ülke arasındaki ilişkilere istikrar kazandırmak arzusunda olduğunu düşünüyorum. Bu, güçlük yaratan sorunları çözmek için çaba sarf etmeleri gerektiği anlamına geliyor. Çözüm bekleyen bir dizi sorun var: Rusya’dan S-400 füze sisteminin alınması, ABD’nin iadesini istediği Amerikan vatandaşı tutuklu bir rahip ve ABD Büyükelçiliği’nde çalışan Türk uyruklu bazı çalışanların durumu, ABD Mahkemesi'nin Halkbank’a ilişkin kararı, Gülen'in Türkiye'ye iadesi ve ABD'nin YPG'ye destek vermesinden kaynaklanan sorunlar. Önümüzde uzun bir liste var. Şüphesiz, iki büyük ülkenin her cephede uyumlu bir ilişki sürdürmesi beklenemez. Önemli olan sorunları nasıl ele aldıklarıdır. Şimdilik, her iki tarafın da sorunları tırmandıracak hasmane ifadelerden kaçınacağı ve sorunlarını yapıcı bir yaklaşımla ele almaya çalışılacağı kanaatindeyim.
Buna karşılık, AB ile farklı bir hikaye yaşanıyor. Şu sıralar AB zorluklarla boğuşuyor. Bu durum AB ile ilişkileri iyileştirmeyi daha da zorlaştıracaktır. AB şu anda Batı Balkan ülkelerinin üyeliğini tartışıyor. Fransa ve Hollanda bu ülkelerin üye olarak kabul edilmesi konusunda isteksizlik sergiliyor. Diğer üyeler ise, bu ülkelerin AB'ye dahil edilmemeleri halinde giderek Rusya'nın daha fazla etkisi altında kalacakları endişesini taşıyorlar.
Sorunun çözülebilmesinin bir yolu, çekinceleri bulunanlara üyelere, bu küçük ülkelerin Birlik’e katılmasının hiçbir şekilde Türkiye'nin de üye kabul edileceği anlamına gelmediğine dair güvence verilmesidir. Türkiye'ye dönük gayri dostane ve eleştirel yaklaşım izlenmesi, AB içinde Batı Balkan ülkelerinin üyeliğine karşı direnci yumuşatabilir. Türkiye-AB ilişkileri, istenmeyen yöne doğru gelişen bir görünüm veriyor. AB, Türkiye ile gümrük birliği anlaşmasını masaya yatırmak için sürekli yeni şartlar öne sürüyor ve vize serbestisi konusunda da isteksiz bir tavır sergiliyor. Suriyeli mülteciler için Türkiye’ye maddi destek verme vaatlerini de tam olarak yerine yerine getirmediler; sözlerini tutmuyorlar. AB'nin kendi içinde de tutarlı hareket etmediği düşünüldüğünde, şimdilik Türkiye ile ilişkilerin daha iyiye doğru evrilmesini beklemek için bir neden yoktur.
Başkan Erdoğan'ın artık yeni yetkilerle donatıldığını
düşündüğümüzde, dış politikadaki bu zorlukları aşmayı daha agresif
bir yaklaşımla ele alabilir mi?
Dış politika, sadece ülkelerin iç politikaların bir uzantısı
değildir. Harici aktörlerin amaçlarını ve ellerindeki araçları da
göz önüne almanız gerekir. Nitekim daha seçimlerden önce, ABD'ye
dönük hasmane dilin zayıfladığını ve sorunların müzakereler ve
iletişim yoluyla çözülme isteğinin tırmanmakta olduğunu
gözlemledik. Hala çözüm bekleyen önemli sorunlar var; ayrıca
rahibin tutukluluğu gibi sembolik meseleler de kalıcı izler
bırakmaya başlıyor. Türk mahkemelerinin olabildiğince hızlı hareket
etmesi ve bir karara varması ilişkiler açısından yararlı olabilir.
Fakat ABD-Türkiye ilişkilerini incelediğimizde, Amerikan dış
politikasının yapımında çeşitli aktörlerin etkili olduğunu
dikkatten uzak tutmamalıyız. Tek siyasi yapımcısı Trump yönetimi
değil. Amerikan Kongresi yönetimden bağımsız bir aktördür;
Kongre'nin endişelerinin de ihmal edilmemesi gerekir. Benzer
şekilde AB ile ilişkilerinde Türkiye birden fazla ülke ve kuruma
muhatap olduğundan, yaklaşımını bu unsurların her birini kaale
alacak şekilde düzenlemek mecburiyetindedir.
Bu seçimlerdeki önemli bir gelişme de AK Parti'nin
meclis çoğunluğunu kaybetmesi. Sizce bu AK Parti’yi kısıtlayacak
mıdır?
Dış politikayı oluşturan eylemler çoğu zaman parlamento onayı
gerektirmiyor. Bu nedenle yürütmenin elinin nispeten rahat
olacağını düşünüyorum. İkinci olarak, iktidar partisi ve onun
ittifak ortağı MHP’nin bakış açısı çoğu zaman birbiriyle örtüşüyor.
Üçüncü olarak, iktidar partisinin çoğunluk oluşturması için gerekli
olan sayı çok büyük değil ve gerçekten ihtiyaç duyulduğunda,
çoğunluğu sağlamak için bazı AK Partili olmayan milletvekilleri
muhtelif yöntemlerle ikna edilebilir. Dolayısıyla parlamento
çoğunluğunu kaybetmenin iktidar partisini politikalarını
uygulamasını önemli ölçüde kısıtlamayacağını düşünme
eğilimindeyim.