Açlardı… Çünkü oruçlardı. Oruçlardı… Çünkü muhtaçlardı. Yoktu
başka imkanları. Kardeşçe paylaştıkları kaldırım taşlarının
arasından hazin bir kalple geçtin.
Ve evleri, araçları, birikecek paraları; liraları, euroları,
dolarları, parsel parsel toprakları, uzun uzun binaları yoktu.
Neşeyle birbirlerine baktıkları, tanışmadıkları ama birbirlerini
kolladıkları insanlıkları, sadece ama alabildiğine sürdürdükleri,
inadına sürdürdükleri yaşamları vardı. İnsan kalmak için, hayatta
kalmak için, ayakta kalmak için, bir şekilde ellerine geçen
lüzumlu, lüzumsuz eşyaları satıyorlardı. Yolu düşenler, amaçsızca
dolaşanlar bu eşyalardan hoşlarına gidenleri çok uçuk, hatta saçma
sapan fiyatlarla alıyorlardı. Yüz liralık bir radyoyu on liradan,
kırk liralık bir tartıyı üç liradan edinmek gibi… Satmak
zorundaydılar, çünkü hayat çoktan satmıştı bu insanları. Kardeşçe
paylaştıkları yaşamlarının arasından hazin bir kalple geçtin.
Son yaşadığın ramazanın belki son iftarıydı. Erko abinin dükkanda
iftar açacaktınız. Daha henüz zaman var diye dolaşıyordun
aralarında. Kendisinden yenice, küçük, anlamsız bir kazan satın
aldığın adamın diğerleriyle birlikte aynı yöne doğru koşturduğunu
görünce şaşırdın. Zabıta mı kovalıyor diye bakındın. Hayırdı, bu
sefer binbir torpille belediyeye sokulmuş zabıtalar görmedin.
Koşuştukları tarafa doğru yürürken onların ellerinde poşetler,
neşeyle geri döndüklerini gördün. Yüzü sana doğru sonuna kadar
gülümseyen bir tanesinin yine sana hitaben; “Koş koş, her şey var,
kavurma, salata bile var…” diye söylediğini gördün. Az daha
yürüyünce bir araçtan iftarlık yemek dağıtıldığını, onu
kapıştıklarını; kapışırken bir birlerini ve hatta seni
düşünebildiklerini anladın. Ağlamadın! Kardeşçe paylaştıkları
insanlıklarının arasından hazin bir kalple geçtin.
Bir eski parti rozeti, tespih, kullanılmış bir kalem, ayakkabı,
muhtelif şarj aletleri, modası geçmiş, markaları unutulmuş,
nesilleri kesilmiş, bize de bir fatiha yok mu diyen telefonlar vs…
Lüzumlu lüzumsuz her bir şey satılacaklar listesindeydi. Kimi
yaşamlar için elli kuruş değerliydi çünkü kimi insanlar elli
milyonluk iftarlarda semirirken. Gerçi uydurmamak gerekirdi ve sen
o iftarların maliyetini hiçbir zaman bilmedin. Bazı şeyleri merak
ettin sadece; o cinsten iftar verebilenlerin kendi varlıklarından
mı yoksa devletin variyetiyle mi yani milletten alınıp, milletten
edinilip millete harcanmayan imkanlarla mı iftar verdiklerini… Ve
eğer kendi imkanlarıyla o denli pahalı, lüks iftar verebiliyorsa
maaşlarının buna kafi olup olmadığını… Yok devlet imkanıyla idiyse
iftarda bulunan, bulundurulan sanatçı, artist, aktris, şarkıcı,
yancı, işadamlarının değil de kimi iyi olduğunu bildiğin zevatın, o
sofraların helalini-haramını, hakkını-hukukunu; lokmaların
gelmişini, geçmişini ve elbette akıbetini düşünüp