Bağımsızlığı yeniden diriltmenin, onun önemini duyumsamanın tam
zamanıdır.
Dün, Malazgirt törenleri ile gölgelenmek istenen unutturulamaz
kurtuluş günü 30 Ağustos’tu. Yoksul, düşkün, dışlanmış,
yönetenlerince horlanmış, dahası yurdu satılmış bir halkın, gözü
pek bir önder ile birlikte yürüttüğü bağımsızlık savaşının
kazanımlarının ufacık da olsa tortusunun kalmaması için
didinenlerin dönemini yaşıyoruz.
Saray düzeni, tıpkı hayranı olduğu Osmanlı hanedanı gibi,
emperyalist ülkeler arasında ödüncü denge politikaları ile günü
idare etmeye çalışıyor.
Fırat’ın batısında Rusya, doğusunda ABD ile yapılan pazarlıklarla
“akıllı” dış politika yürüttüğünü sanan Saray’ın, iki büyük gücün
çıkarları arasında kaldığı ortada.
Kurulmuş saat sarkacı örneği, bir ABD, bir Rusya yönüne salınan
Saray’daki AKP’li, Türkiye’yi içinde savaş, kan, acı, göç, iç
düşmanlık ve ekonomik bunalım bulunan bir bağımlılık batağına
doğru sürüklemiş bulunuyor.
Sözgelimi, Rusya dönüşü, “Rus yapımı savaş uçağını, Amerikan
yapımı uçağa seçenek olarak alacak mısınız” diye sormuşlar.
“Biz” demiş, “Hiçbir zaman kendi bağımsızlık mücadelemizi
birilerinin dudaklarının arasına bırakamayız.”
Ruslara karşı Amerikalılara, Amerikalılara karşı da Ruslara
sığınmayı bağımsızlık sanıyorlar açıkçası...
Tarihe dönüp baktığımızda da, “Egemenlik benimdir” hastalığına
kapılanların kendi toplumunu ve dünyayı sanrılarla onarılması zor
yıkımlara sürüklediğini görüyoruz.
Örneğin, Hitler. Sebastian
Haffner “Hitler Üzerine Notlar” kitabında, Nazilerin
lideri için şu saptamayı yapıyor:
“O her şeyi so...