FETÖ denen casusluk cemaatinin başımıza
tebelleş edilmesi uzun bir öyküdür: Emekli
vaiz Fethullah, hakkında gıyabi
tutuklama kararı varken bile 12 Eylül generallerinin koruması
altındaydı, yurtiçinde serbestçe
dolaşabiliyordu.
Turgut Özal, cemaatin okullarını
övüyordu.
Süleyman Demirel, cemaatten
uzlaşı ödülü almıştı.
Alparslan Türkeş, resmi
toplantılarda Gülen ile
kucaklaşıyordu.
Bülent Ecevit, diz dize
fotoğraf çektirdiği Fethullah’ın “laiklikle
ters düşmemeye özen gösteren, çağdışı bir akımı temsil ettiği
izlenimi vermeyen, kuşku uyandırıcı tavırları
olmayan” bir kişilik çizdiğini
söylemişti.
Tansu Çiller, Fethullah ile
baş başa uzun görüşmeler yapmıştı.
Mesut Yılmaz’a göre,
Gülen “kitlelerde büyük itibarı olan,
bağnazlıktan uzak, hoşgörüden yana” bir
görüntü veriyordu.
Casusluk cemaatinin çektiği kaset ile
liderlikten düşürülen Deniz
Baykal, kendisine düzenlenen komplo konusunda
Pensilvanya’dan aldığı üzüntü ve destek mesajlarının samimiyetine
inanıyordu.
Devlet
Bahçeli, “Partimiz içinde FETÖ ile
ilişkili olan milletvekillerini biliyorum. O kadar çok fazla yok
bizde” diyordu.
“10 yılda CHP’yi tümüyle
değiştirdik” diye
övünen Kemal
Kılıçdaroğlu, kendisine danışman olarak
bir FETÖ’cüyü uygun bulmuş, Gülen’e yapılan
suçlamaları “ahlaksızlık” olarak
niteleyeni de PM üyesi yapmıştı.
Saray’daki AKP’liye
gelince…
İktidara oturur oturmaz çağdaş ve laik
Cumhuriyet’i yıkmak için casusluk cemaati ile koalisyon ortaklığına
girmiş, TSK’den üniversiteye, TRT’den Milli Eğitim Bakanlığı’na her
alanı onlara bırakmıştı.
Şimdi siyasette herkes birbirini FETÖ’cü
olmakla suçluyor. Çünkü siyasette FETÖ’cü olmayan
kalmamış…