Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşu ile birlikte, tarihsel
deneyimlerin ışığında iki önemli tehlikeye karşı kendini korumaya
almıştır:
Bölücülük ve gericilik.
Cumhuriyeti kuran öğretinin, kurtuluşa ve 1923 devrimine dayanan,
evrensel anlamda tüm ezilen uluslara örnek olmuş bir de önemli
ilkesi vardır:
Bağımsızlık.
Cumhuriyet devrimi, kurulduğundan bu yana kemirile kemirile bugüne
değin gelmiş ve yaklaşık son 17 yıldır da karşıdevrimin yıkıcı
vuruşları ile Emine Erdoğan’ın deyimiyle “enkaz”
durumuna düşürülmüştür.
Uzun yıllardır kaşınan etnik ve mezhepsel bölünme, toplumun
gündelik yaşamına ve kamusal alana sinsice sızdırılmış, yobazlık
ülke yönetimine egemen olmuştur.
Marshall yardımı, Truman
doktrini, ikili anlaşmalar, Morison Süleyman,
Bush’un telefon arkadaşı Özal,
ABD vatandaşı Çiller, BOP Eşbaşkanı
Erdoğan derken bağımsızlıktan eser
bırakılmamıştır.
Demokratik olduğu söylenen bir ülkenin anayasası, o ülkenin
yönetsel ve hukuksal açıdan aynasıdır.
Anayasasında devletin demokratik olduğu savlanmasına karşın,
arabesk bir başkancı sistem ya da meşruti monarşi bulamacı
geçerliyse…
Anayasasında devletin laik olduğu ileri sürülmesine karşın, bir
cemaatler ve tarikatlar koalisyonu yönetimi ele geçirdiyse…
Anayasasında devletin hukuksal bir örgütlenme içinde olduğu
belirtilmesine karşın, yargı, bir siyasal parti ile onun liderine
göre yapılanıyor ve hüküm veriyorsa…
Anayasasında devletin sosyal olduğu öngörülmesine karşın; sosyal
adalete, insan haklarına hiç...