AKP - Avrupa Birliği ilişkileri ya da sıkı fıkı birlikteliği,
tümüyle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin yıkılması
ortak amacına dayanıyordu.
AB’nin derdi; insan hakları, demokrasi filan değildi. Emperyalizmin
yeni masalı küreselleşme çağında, üniter, güçlü bir ulus devlet,
Avrupa anamalcılarının işine gelmiyordu. Büyük lokma yutulmazdı.
Ufaltılmalı, küçültülmeli, kolay sömürülür ve yönetilir hale
getirilmeliydi. Karakteri “bağımsızlığa” dayalı 1923
devriminin bir türlü alt edilememiş ruhu çökertilmeliydi.
AKP’nin de derdi; insan hakları, demokrasi filan değildi. Hedefi,
laik, demokratik yaşama son vermek, yerine hilafetçi bir yapıyı
getirmekti.
AB’nin üyelik ninnisi ve Cumhuriyet değerlerine düşman AKP’nin
çıkarları çok iyi örtüştü.
İşte bu yüzden, bir Cumhuriyet Bayramı günü, 29 Ekim 2004’te
dönemin Başbakanı Recep Tayyip
Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Abdullah
Gül, Roma’da, Papa
10. Innocentius’un heykelinin
altında “Avrupa Anayasası”na imza attılar.
Sonuçta, Avrupa’nın istediği oldu: Hem Türkiye, AB’ye üye edilmedi,
hem de “bağımsız Cumhuriyet”in kurumları AKP eliyle yıkıldı.
Dahası, ülkenin parçalanma
olanağı “demokratikleştirildi.” Hem de yurtseverlerin,
insan hakları ve hukuka aykırı bir
biçimde “uygar” Avrupa’nın gözü önünde hapislerde
çürütülmesi pahasına.
AKP’nin de istediği oldu: “Avrupalı oluyoruz,
insan haklarını genişletiyoruz, demokrasiyi
ilerletiyoruz” safsataları ile İslamcı diktatörlüğe yürüme
olanağını elde etti.