Özgürlük savıyla başladılar işe…
Onlara göre, neydi özgürlük?
Türbana getirilen her türlü yasaklama, özgürlüğün
kısıtlanmasıydı.
Dinsel açıdan kadınların örtünmesi gerekiyordu. Dolayısıyla
kadınların, dinsel yasaklamaya uyma zorunlulukları bir
özgürlüktü.
Yetmez ama evetçilerin de desteğiyle o yasak, özgürlükten sayıldı,
yasak ile birlikte yaşamanın vazgeçilmez bir özgürlük olduğu
topluma benimsetildi.
Şimdi, açılan o yol genişletiliyor.
Silahlı Kuvvetler’de kadınların örtünmesi ile ilgili davada
Danıştay Savcısı, türbanı, anayasanın değiştirilemez maddeleri
içinde yer alan “laiklik” anlayışına aykırı bulunca “Sen kimsin
ya!” çıkışı ile karşı karşıya kaldı.
Bu yükleniş, yasağı özgürlük haline getirenin çoktan anayasayı
kişileştirdiğinin, benliği ile bütünleştirdiğinin kanıtıydı
aslında.
Kadınlar örtünmüş, özgürlük sağlanmıştı!
Tüm özgürlüklerin ve yasakların biricik belirleyicisi sarayda
otururken; bir savcıya, yargıça söz düşebilir miydi hiç?
Savcı ve yargıçlar, tek belirleyicinin bendeleriydi artık.
“Türbana özgürlük” diye başlayıp nerelere vardığımızın özetidir
yaşananlar. Gömlek farkı
Bunalımdan sıyrılmanın yolunu buldular: İlan ediyorlar
konkordatoyu, ekonomik bunalımın tüm yükünü vuruyorlar işçinin
sırtına…
“Hukuk Defterleri” dergisinin son sayısında avukat Dr.
Murat Özveri, konkordatonun sonuçlarını
değerlendirirken, işçilerin durumunu ele almış:
Konkordato ilan eden ya da iflas eden işveren iş sözleşmesini
feshetmemişse -ki genellikle etmiyormuş- konkordato ya da iflas
durumunda işçiler feshe bağlı haklarını iş sözleşmeleri sona
erdirilmeden isteyemiyorlarmış!
İflas halinde işçiler alacaklarını alamıyorlarmış. Çünkü, yasaya
göre iflas yoluyla satılan mallardan gelen gelirden, işçiler; ancak
rehinli alacaklar, iflas masasının alacakları, devlet
alacakları...