Onu Cihangir’de görüp yanına gittim. Dedim ki, “Benimle sohbet eder misiniz? Sizden öğrenmek istiyorum. Biliyorum dokuz isminiz var, ben sadece Mercan Dede’yi tanıyorum. Ama dokuz ayrı kişiliğin oluşturduğu puzzle’ın toplamının dünyayı nasıl gördüğünü merak ediyorum.” Dedi ki, “Lütfen bana ‘sen’ de. Buyur otur, konuşalım.”
Arkın Ilıcalı tuhaf bir adam. ‘Seçilmiş’ gibi gelir bana ezelden beri. Dünyanın özünü anlayabilecek, varoluş ve insan arasındaki bağı anlatabilecek olanlardan gibi. Hayatı hayli etkileyici. 1966’da Bursa’da muhasebeci bir baba ve ev hanımı bir annenin kucağına doğuyor. Beş yaşındayken annesiyle birlikte dolmuşta giderken radyoda cızırtıların arasından bir ses duyup “Bu ne?” diyor. Ney’i ilk kez duyan çocuk kulakları bu sesi bir daha unutmuyor. 12 yaşındayken, sonradan “Meleklerle uzaylılar arasındaki varlıklar gibiydiler” diye anlatacağı semazenleri görüyor. Sanat ve tasavvuf arasında dokuduğu hayatının ilk motifleri böyle oluşuyor.