Diyarbakır’da, HDP İl
Başkanlığı önünde, terör örgütünün dağa kaçırdığı çocuklarını
kurtarmaya çalışan annelerin sayısı günbegün artıyor. Ama nedense
toplumun birçok kesimi bu annelerin feryadını
duymuyor…
Dün ülkemizde yeni eğitim yılı
başladı ve milyonlarca çocuk-genç heyecanla sınıfları doldurdu…
Ancak, terör örgütünün elinde rehin oldukları için; okul çağında
olmalarına rağmen, okula gidemeyen çocuklar var. Bunlardan biri de
henüz 10 (yazıyla on) yaşında iken ailesinden koparılıp dağa
götürülen ve bugün 14 yaşında olan Azad
Akkoyun… Keza Haziran 2015'te henüz 14 yaşında iken
kaçırılmış olan Yakup Edizer. Yine dört sene
önce bölücü örgüt tarafından henüz 15 yaşında iken
kaçırılan Özkan Aydın… Ve diğerleri. HDP İl
Başkanlığının önünde çocuklarını kurtarmak için oturma eylemi yapan
ailelerin sayısı 17’ye yükseldi. Günbegün sayı artıyor. Buraya
henüz gelemeyen veya korku ve endişelerinden ötürü gelmekten imtina
eden aileler… Acaba hepsi gelse bu sayı kaç olur? Velakin önemli
olan sayı değil. Bu rakam bir de olsa, 17 de olsa, 170 de olsa fark
etmez. Bir tek çocuğun bile hayatının, bölücü örgüt tarafından bu
şekilde tehlikeye atılması kabul edilebilir bir durum değil. Onun
için bu anaların sesini duymak ve duyurmak zorundayız… Gazetemiz
Türkiye, Hacire Anne’nin eylemi başlattığı
ilk günden beri, bu meseleyi yakından takip ediyor ve okuyucularına
duyuruyor. Hacire Anne’nin kaçırılan oğlunu kurtarmış olması, hem
kendisi açısından hem de diğer ailelere cesaret vermesi bakımından
memnuniyet uyandırdı. Cuma günkü yazımızda, bu annelere destek
verilmesi çağrısında bulunduk. Bugün de bu çağrıyı tekrarlıyoruz.
Lütfen bu hayati konuda duyarlı olalım. Söz konusu olan, terör
örgütünün elinde rehin tutulan çocukların ve gençlerin hayatıdır…
Bu meseleyi hafife alan, sulandırmak isteyen, ideolojik
mülahazalarla saptırmak isteyen tiplere de meydanı
bırakmayalım…
Diyarbakır’daki anaların feryadını bastırmak
için, “Cumartesi Annelerini” gündeme
taşımak isteyenler, kesinlikle iyi niyetli değil. Bütün anaların
çocuklarını koruma ve onların sağlığından-hayatlarından emin olma
hakları tartışmasızdır. Meşru yoldan haklarını arayan her
vatandaşın da sesini duymak toplumun ortak görevi ve
sorumluluğudur. Bu çerçeveyi çizdikten sonra şunu belirtelim ki,
günlerdir Diyarbakır’da bir hak arayışını devam ettiren, annelerin
durumunu görmezlikten gelen ve onlara destek vermekten imtina eden
sivil toplum kuruluşları ve
kendisini “aktivist” olarak tanımlayan
kimi meşhurların çifte standartlı tutumu utanç vericidir!.. Bunun
yanında, HDP’lilerin konuyu sulandırmaya
çalışması, “Kayyum atamalarını unutturmak için, bu
aileler örgütlü bir şekilde
yönlendiriliyor…” şeklinde mugalata yapması,
asla ‘Partinin’ vahim sorumluluğunu
ortadan kaldırmaz. Zira gelen aileler, HDP il teşkilatının PKK
terör örgütüyle nasıl organik biçimde çalıştığını, kendi
çocuklarının dağa kaçırılmasında bu adresin ne denli faal olduğunu
çok iyi biliyorlar. Kaldı ki, ortada yüzlerce vaka ve delil var.
HDP kimi, nasıl kandıracağını sanıyor? Evet, Türkiye topyekûn bu
annelerin feryadını duymak ve gereğini yapmak mecburiyetinde…
Aksi hâlde küresel güçlerin paralı askeri olarak kullanmak
için, daha çok çocuğu dağa kaçırırlar. Şimdiye kadar olduğu gibi!..
Bugün okul sıralarında eğitim görmesi gereken çocuklar, elinde
silah dağlarda terör talimine tabi tutuluyor. Bu girdaba düşenlerin
maalesef kurtulması hiç kolay olmuyor. Çünkü bütün kaçış yolları
tutulmuş oluyor. Ne hazindir ki, bu çocuklar ya sarp uçurumlardan
yuvarlanarak yahut mağaralarda soğuktan donarak veya terör örgütü
tarafından bizzat infaz edilerek öldürülüyor. Sağ kurtulabilenlerin
anlattığı hikâyeler yürek paralayıcı… İşte, her şeyi göze alarak
Diyarbakır’da oturma eylemi yapan ve “Çocuğumuzu
almadan buradan gitmeyiz…” diye haykıran anne ve
babalar, böyle bir dramın içinde. Şu hâlde toplum olarak bu anne ve
babaların durumuna sessiz ve tepkisiz kalmak vicdani olabilir mi?
Türkiye bu kanayan yarayı gerçek manada tedavi etmek istiyorsa,
öncelikle sosyal alanda terör örgütünün kaynaklarını kurutmak
durumundadır. Bunun da ilk şartı toplumsal
hassasiyettir. Yani bu mesele sadece Diyarbakır’da hak
arayan ve onlar gibi olup da, henüz sahnede yer alamamış olan
ailelerin özel problemi değil… Burasını iyi
anlayalım. Bu mesele bütün ülkenin meselesidir ve
çözüm yolu aramaya bu nirengi noktasından
başlamalıyız.
Şayet memleket ve toplum olarak, Diyarbakır’da başarılı bir
imtihan verebilirsek, geleceğe dair ümitlerimiz güçlenecektir. Ve
unutmayalım, bu noktada, hâlâ daha en büyük sorumluluk, bizzat
HDP teşkilatının omuzlarındadır!
Diyarbakır’daki anaların feryadını bastırmak
için, “Cumartesi Annelerini” gündeme
taşımak isteyenler, kesinlikle iyi niyetli değil. Bütün anaların
çocuklarını koruma ve onların sağlığından-hayatlarından emin olma
hakları tartışmasızdır. Meşru yoldan haklarını arayan her
vatandaşın da sesini duymak toplumun ortak görevi ve
sorumluluğudur. Bu çerçeveyi çizdikten sonra şunu belirtelim ki,
günlerdir Diyarbakır’da bir hak arayışını devam ettiren, annelerin
durumunu görmezlikten gelen ve onlara destek vermekten imtina eden
sivil toplum kuruluşları ve
kendisini “aktivist” olarak tanımlayan
kimi meşhurların çifte standartlı tutumu utanç vericidir!.. Bunun
yanında, HDP’lilerin konuyu sulandırmaya
çalışması, “Kayyum atamalarını unutturmak için, bu
aileler örgütlü bir şekilde
yönlendiriliyor…” şeklinde mugalata yapması,
asla ‘Partinin’ vahim sorumluluğunu
ortadan kaldırmaz. Zira gelen aileler, HDP il teşkilatının PKK
terör örgütüyle nasıl organik biçimde çalıştığını, kendi
çocuklarının dağa kaçırılmasında bu adresin ne denli faal olduğunu
çok iyi biliyorlar. Kaldı ki, ortada yüzlerce vaka ve delil var.
HDP kimi, nasıl kandıracağını sanıyor? Evet, Türkiye topyekûn bu
annelerin feryadını duymak ve gereğini yapmak mecburiyetinde…
Aksi hâlde küresel güçlerin paralı askeri olarak kullanmak
için, daha çok çocuğu dağa kaçırırlar. Şimdiye kadar olduğu gibi!..
Bugün okul sıralarında eğitim görmesi gereken çocuklar, elinde
silah dağlarda terör talimine tabi tutuluyor. Bu girdaba düşenlerin
maalesef kurtulması hiç kolay olmuyor. Çünkü bütün kaçış yolları
tutulmuş oluyor. Ne hazindir ki, bu çocuklar ya sarp uçurumlardan
yuvarlanarak yahut mağaralarda soğuktan donarak veya terör örgütü
tarafından bizzat infaz edilerek öldürülüyor. Sağ kurtulabilenlerin
anlattığı hikâyeler yürek paralayıcı… İşte, her şeyi göze alarak
Diyarbakır’da oturma eylemi yapan ve “Çocuğumuzu
almadan buradan gitmeyiz…” diye haykıran anne ve
babalar, böyle bir dramın içinde. Şu hâlde toplum olarak bu anne ve
babaların durumuna sessiz ve tepkisiz kalmak vicdani olabilir mi?
Türkiye bu kanayan yarayı gerçek manada tedavi etmek istiyorsa,
öncelikle sosyal alanda terör örgütünün kaynaklarını kurutmak
durumundadır. Bunun da ilk şartı toplumsal
hassasiyettir. Yani bu mesele sadece Diyarbakır’da hak
arayan ve onlar gibi olup da, henüz sahnede yer alamamış olan
ailelerin özel problemi değil… Burasını iyi
anlayalım. Bu mesele bütün ülkenin meselesidir ve
çözüm yolu aramaya bu nirengi noktasından
başlamalıyız.