Papaz Brunson kaynaklı
gibi görünen (ve aslında hiç öyle olmayan) ABD ile yaşadığımız
gerilimin, gündemimizi tamamen doldurmasına fırsat vermemeliyiz. Ve
esas meseleyi gözden kaçırmamalıyız!..
Donald Trump’ın yönetmekte olduğu
Amerika, bugün dünya siyaset ve ekonomi düzeni açısından, büyük bir
tehdit hâline gelmiş bulunuyor! Ama bu problemi, yalnızca Trump’ın
kişisel saplantısı; şişik egosu ve aile efradıyla birlikte
yürütmeye çalıştığı tutarsız ve başarısız politikasının sonucu diye
izah etmeye kalkışmak, çok eksik ve yanlış olur elbet. Amerikan
müesses nizamının (establishment) kurgu ve desteği olmadan, Trump
ve avanesinin kendi başına bunu sürdürmesi mümkün değil. Amerika
oldum olası yumuşak ve sert güç sopalarını kullanarak, dost ve
müttefik diye tanımladığı ülkeler de dâhil, herkese karşı
dayatmalarda bulunuyor… Mesela 1959 yılından beri Küba’ya çeşitli
yaptırımlar uyguluyor. Bu küçücük ada devletini izole etmek için
altmış seneden beri yapmadığını bırakmadı. Fakat bir türlü de
istediği sonucu alamadı. Benzer şeyleri diğer pek çok Latin Amerika
ülkesine karşı da yapageldi. Uzun yıllardır, Venezuela ve
Kolombiya’ya da aynı şekilde yaptırım uyguluyor. Neredeyse bütün
Latin Amerika devletlerinde, kerrat ile teşebbüs edilen ve bir
kısmı sonuca ulaşan askerî darbelerin hemen tamamının içinde,
doğrudan veya dolaylı biçimde yer almıştır ABD… Hedef aldığı
ülkelerin çapına göre, ABD tehdit ve yaptırımlarını devreye
sokuyor. Bazılarını açıkça ve doğrudan vurmakla tehdit ediyor.
Mesela 2001’de, New York Ticaret Merkezi'ne yapılan büyük terör
saldırısından sonra, ABD Afganistan’ı işgal ederken, Pakistan’ı
da; “Kendisine destek vermediği takdirde taş devrine
çevireceği…” tehdidinde bulunmuştur!.. Libya’yı
hedefe koyduğu zamanlarda bombalamaktan kaçınmamıştır. Ki, hâlen
Pakistan ve Libya’ya yaptırımları da devam etmektedir…
ABD, nükleer silah geliştirme
çabalarından dolayı Kuzey Kore’ye ve İran’a da yaptırım uyguluyor.
Suriye’ye yaptırım uygulaması, Şam rejiminin yaptıklarından dolayı
anlaşılır bir durum. Fakat tuhaf bir biçimde Katar’a da uyguluyor…
Aynı Amerika, Ukrayna ve Gürcistan politikalarından dolayı hayli
zamandır Rusya’ya da yaptırım uyguluyor. İlave olarak,
Londra’da eski bir Rus casusu ve kızına yapılan zehirleme teşebbüsü
sebebiyle, Rus diplomatlarını sınır dışı ettiği gibi, Rusya’nın San
Fransisco Başkonsolosluğu ile New York ve Washington Ticari
Temsilciliklerini de kapattı. Rusya bu sebeple, daha yeni bir
mükerrer protesto notası verdi. ABD bir taraftan bu uygulamaları
yaparken, diğer yandan Trump, kişisel olarak ülkesinin
resmî tutumuyla çelişkili biçimde Rusya ile münasebetleri
iyileştirmeye çalışıyor. Bu konuda özel bir karın ağrısı da var.
Rusya’nın Trump lehine, başkanlık seçimlerine müdahale ettiği
iddiaları ve buna dair yürüyen soruşturma… Bunlar yetmiyormuş gibi,
Trump en büyük kayaya kafasını vurmaktan kaçınmadı. Dünyanın hâlen
ikinci büyük ekonomisi ve kısa zaman sonra birinci sıraya oturması
kesin görünen Çin’e karşı, ticaret savaşı başlattı. Çin buna derhal
misliyle karşılık verdi. Bu kadar çok arı kovanına çomak sokmaktan
kaçınmayan Amerika, sonuç itibariyle ağır bir fatura (Ki, bunun
ağırlığı istiap haddini de aşabilir…) ödeyecek. Bu kesin.
Gelgelelim Trump da dur durak bilmiyor. Ve sonunda,
casusluk suçundan yargılaması devam eden Papaz
Brunson’ı bahane edip, bizim ülkemize karşı da ekonomik
saldırı başlattı.
Dikkat ediniz, dünyanın önemli
ülkelerinden, bu konuda Türkiye’ye yoğun destek açıklamaları geldi.
Başta Çin ve Rusya olmak üzere, Almanya ve Fransa gibi dünyanın
askerî ve ekonomik devleri, Türkiye’ye yapılan bu muamelenin
yanlış olduğunu beyan ettiler. Ve en az bunun kadar önemli olanı
da, Türkiye’nin bu yaptırımları aşabilecek güce sahip olduğunu
belirtmeleri… Başta İran ve Irak olmak üzere, diğer orta boy
ekonomilere sahip devletlerden de destek açıklamaları geldi. Hatta
bazı dost ve kardeş ülkelerden, âdeta Türkiye için seferberlik
çağrısı mahiyetinde reaksiyonlar yükseldi. Bütün bunları şu hususu
teyit etmek için anlattık; ABD, hâlihazırdaki devasa ekonomik ve
askerî gücüne rağmen, giderek zayıflıyor ve buna paralel
olarak dünya siyaset dengelerindeki ağırlığını kaybetmenin
öfkesiyle agresifleşiyor. Bu agresif tavır, ABD’ye daha çok
kaybettirecek ve çok uzak olmayan bir gelecekte büsbütün dibe
vuracak! Çünkü Amerika kendi politikaları yüzünden hızla
yalnızlaşıyor. Bu arada, yeni bir dünya düzeni için de talepler
yükseliyor…
Bakınız eylül ayında Türkiye’de
yapılması düşünülen, ancak tarihi henüz kesinleşmeyen; Suriye’ye
dair dörtlü zirve (Türkiye, Rusya, Almanya ve Fransa) yeni dönemin
işaretlerinden biri olarak algılanabilir… Trump’ın kaba ve
saldırgan politikası, AB ülkelerini de fena hâlde rahatsız ediyor.
Bir noktadan sonra, buna dur demenin yolu daha kararlı bir şekilde
aranacaktır. Özetle, büyük fotoğrafa bakalım, ayrıntılara
takılmayalım!..