Doğu Akdeniz’le ilgili
tartışmaları Kıbrıs merkezli okumak gerekiyor!.. Ama ABD, AB,
Avrupa Konseyi ve tek tek diğer bölgesel ve küresel oyuncular,
Kıbrıs’ta son yarım asırda olup bitenleri yok
sayıyor…
Son zamanlarda gündemi sürekli
biçimde meşgul etmeye başlayan konulardan biri de, Doğu
Akdeniz’deki hidrokarbon yatakları… Henüz bu bölgedeki petrol ve
doğalgaz rezervlerinin kesin bir tespiti yapılmamış olmakla
birlikte, muhtemel zenginlikten pay almak maksadıyla erkenden
harekete geçen odaklar, birtakım oldubittilerle Türkiye’nin ve
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, Doğu Akdeniz’deki haklarını
gasbetmeye yelteniyor. Amiyane tabiriyle, “Alan da kaçan mı?”
derler… Aslına bakarsanız, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de aldığı
inisiyatif, bir nevi bu tepkinin sahadaki yansıması. Güney Kıbrıs
Rum Yönetimi ve Yunanistan, öteden beri hep arkalarında gördükleri
dış desteğe güvenerek, kaşla göz arasında bir şeyler yapmaya
çalıştı /çalışıyor. Bu tehlikeli atraksiyonda İsrail ve Mısır da
hariçten gazel okuyor! Bu asli ve feri failler, tek başlarına bu
denli büyük işlere kakışmayacak kadar da bilinçli. Lakin sırtlarını
sıvazlayan ağababalarının teşvikleriyle bu tür serüvenlere
atılıyorlar. Nasıl olsa onların gölgesinde ve korumasında bir parsa
kapmak mümkün olur gibi bir yanlış hesabın içindeler. Doğu Akdeniz
petrol ve doğalgaz rezervleri ve bunların değerlendirilmesiyle
ilgili tartışmaları mutlaka Kıbrıs merkezli okumak lazım… Fakat
ABD, AB, Avrupa Konseyi ve diğer irili ufaklı oyuncular, Kıbrıs’ta
son yarım asırda olup bitenleri neredeyse bütünüyle yok sayıyorlar!
Yani sanki 1959 Londra ve Zürih anlaşmaları olmamış, 1960’ta bir
Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmamış, 1963’ten itibaren bu devletin asli
kurucu unsuru olan Türk toplumunun hakları ihlal edilmeye
başlanmamış ve böylece Kıbrıs Cumhuriyeti’nin çöküş süreci
işlememiş… Nihayet 1974’te, Makarios’u deviren Nikos Sampson
Darbesi, bardağı taşıran damla olmamış. Ada’da yeni bir devlet
kurulmamış…
Bütün bunları unutmuş
göründükleri veya olmamış saydıkları için, son 45 seneden beri,
Ada’da çözüme ulaşılamıyor. Bu kafada ısrar ettikleri takdirde,
asla ve kata ulaşılması mümkün değil. Zaten de olmuyor… 1974 Kıbrıs
Harekâtı’ndan sonra, Amerika bize ne ambargolar uyguladı. Peki, bu
sonucu değiştirdi mi? 2004’te Rumlar, Kıbrıs Türklerinin
referandumda kabul ettiği Annan Barış Planı’nı reddettiği hâlde, AB
kendi etik kurallarına da ihanet edip, Rum Yönetimi’ni Ada’nın tek
temsilcisi kimliğiyle tam üyeliğe kabul etti. Peki, bunun çözüme
bir katkısı oldu mu, olabilir mi? Şimdilerde ABD, Türkiye’nin Doğu
Akdeniz’deki petrol ve doğalgazla ilgili sondaj çalışmalarından
derin endişe duyuyormuş… AB, neredeyse her gün bir mekanizma
aracılığıyla benzer açıklamalar yapıyor. Avrupa Konseyi sanki
üstlendiği misyonlarının altından kalkabiliyormuş gibi, bu hususta
yaptırımlardan bahsetme gafletinde bulunuyor. Bütün bunlar neyi
değiştirir? Hiçbir şeyi! Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias
kendi boyunu aşan bir laf etmiş ki, AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in
işaret ettiği üzere, bu lafın altında kalır. Türkiye’yi Avrupa’nın
haylaz çocuğu diye tanımlamaya kalkışmış. Vah zavallı! “Avrupa’nın
şımarık çocuğu kimdir?” diye Nepal’deki bir ilkokul talebesine
sorsalar cevabı hemen yapıştırır; Yunanistan!..
Beyler, Türkiye ciddi devlettir.
Neyi nasıl yapacağını gayet iyi bilir. Ciddi ve büyük devlet
vasfıyla, uluslararası arenada kendisinin veya başkalarının hakları
söz konusu olduğunda, buna göre davranır. Yani Yunanistan gibi
başkalarının koltuğu altında iş pişirmeye tevessül etmez! Şunu net
olarak ifade edelim: Doğu Akdeniz ısınacaksa ısınır. Bundan kim
kazanır, kim kaybeder onu zaman gösterecek. Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın mükerrer olarak dillendirdiği gibi, bu meselede bazıları
boş konuşuyor. Konuşmaya devam etsinler. Türkiye Doğu Akdeniz’de
kendisinin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin menfaatlerini
korumakta kararlıdır. Elan bunu sahada da fiilen ortaya koyuyor.
Fatih gemisi Kıbrıs’ın batısında, Yavuz gemisi de Karpaz
Yarımadasının güneyinde, Türk hükûmetinin ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin verdiği ruhsat sahalarında çalışmalarını
sürdürüyor. Son olarak ABD Dışişleri Sözcüsü’nün bu operasyonları
durdurma çağrısına karşılık, Dışişleri Bakanlığımızın verdiği cevap
gayet sarih ve katidir: “Türkiye, Doğu Akdeniz’de kendi kıta
sahanlığı haklarını koruduğu gibi, Kıbrıs Rum tarafı, Kıbrıs
Türklerini hidrokarbon kaynakları konusunda gelir paylaşımı dâhil
karar mekanizmalarına dâhil etmediği ve haklarını garanti altına
almadığı sürece, Ada’nın etrafında Kıbrıs Türk halkının hak ve
çıkarlarını savunmaya devam edecektir…” Nokta!
Yunanistan ve Rum Yönetimi
özellikle dikkat etmeli. ABD ve AB’nin atına binerek ham hayaller
peşinde koşmamalı. Evdeki bulgurdan olmak da var ha!