İsmail Kapan Türkiye Gazetesi

Güvenlik, güç ve savunma

Ülkeler iç ve dış güvenliklerini nasıl daha iyi sağlayabilir? Gelişen harp teknolojileri ile birlikte, terör örgütlerinin de sahip olmaya başladığı ciddi silah gücü neyi gerektiriyor? Öncelik, savunma...

22 Ocak 2019 | 69 okunma
Ülkeler iç ve dış güvenliklerini nasıl daha iyi sağlayabilir? Gelişen harp teknolojileri ile birlikte, terör örgütlerinin de sahip olmaya başladığı ciddi silah gücü neyi gerektiriyor? Öncelik, savunma mı, taarruz mu?
 
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün ekonomi şûrasında söylediği şu cümlenin altını çizelim; “Güçlü olmadan güvende olamayız, güvenliğimiz sınırlardan değil, ötesinden başlar. Ülkemize en ufak bir saldırıda bulunanlar bedelini ağır ödeyecek…” Evet, Türkiye kırk yıldır teröre karşı verdiği mücadeleyi genellikle ülke toprakları dâhilinde sürdürdü. Her ne kadar, sınır ötesi çok sayıda harekât (Bunun kahir ekseriyeti Kuzey Irak bölgesinde gerçekleşti) yapıldı ise de; mücadelenin ana karakteri yurt içi şartlarında oldu. Oysa pek çok ülkenin, kendi güvenliğine yönelen tehditleri hudutlarından çok çok uzakta karşılayarak bertaraf ettiğini biliyoruz. ABD’nin, İngiltere’nin, İsrail’in, Rusya’nın ve dahi İran’ın ve diğerlerinin, sayısız dış operasyonlarla kendilerini hedef alan terör örgütlerine ağır darbeler indirdiğine dikkat isterim. Bu yaklaşımda ABD, İngiltere ve Rusya gibi, istihbarat ve dış operasyon kabiliyeti yüksek ülkeleri, ayrı bir değerlendirmeye tabi tutmak belki daha mantıklı olur. Fakat bu konuda İsrail’in yaklaşımını ayrıca mercek altına almak gerekir herhâlde… İşgal altında tuttuğu Filistin topraklarındaki suikast ve katliamların haddi hesabı yok zaten. Lakin Lübnan başta olmak üzere, Suriye; Irak ve Kuzey Afrika ülkelerinin tamamı, neredeyse bütün Arap memleketlerini köpeksiz köy gibi görerek; istediği zaman istediği hedeflere nokta operasyonları yaparak, kendisi için tehdit gördüğü irili ufaklı bütün yapılanmaları, kaynağında imha ediyor, edebiliyor… Bu, İsrail’in sınırsız Amerikan desteğiyle sahip olduğu imkân ve kabiliyetleri yanında, her şeyden önce belirlenen politikalarının sonucudur.
Daha dün İsrail, “Suriye’deki İran hedeflerine” bilmem kaçıncı kez saldırı düzenledi. Ve ilk açıklamayı da (daha doğrusu hasar tespitini), bu saldırılara karşı çıkan Rusya yaptı. Buna göre 4 Suriye askeri ölmüş, 6 tanesi de yaralanmıştı… Rusya Amerika faktörü sebebiyle, İsrail’e karşı sabrının hudutlarını zorlayan bir müsamaha göstermek zorunluluğunu hissediyor. Bunun yanında, şimdiye kadar ülkesine karşı gerçekleşen onlarca, belki yüzlerce saldırıya karşı en ufak bir karşı harekette bulunamayan Suriye rejimi, topraklarına atılan İsrail füzelerinin çoğunun havada imha edildiğini söyleyerek teselli buluyor! Bu hava savunma sisteminin Rusya tarafından yönetildiğini unutmayalım. Diğer taraftan İsrail’in, her fırsatta askerî ve diplomatik alanda hedef tahtasına oturttuğu İran; her zamanki gibi, amiyane tabiriyle palavra sıkmaktan öteye gidemiyor. İran Hava Kuvvetleri Komutanı, şunları üfürüyor: “Mevcut pilotlarımız ve gelecek nesiller İsrail’e karşı savaşmak ve İsrail’i ortadan kaldırmak için hazır…” Gelgelelim bu kurusıkı tehditleri bile İsrail ıskalamıyor. Netanyahu, İran’ın bu tehditlerinin sonuçlarıyla yüz yüze geleceğini ihtar ediyor. İsrail, Suriye’deki İran varlığını kendisi için tehdit görüyor ve bu varlığı sona erdirmek için her şeyi yapıyor...
Biz kendi ülkemizin güvenlik durumuna dönelim. Güney sınırlarımız boyunca, yüzlerce kilometrelik alanda yuvalanmış olan terör örgütlerinin, yakın geçmişte olduğu gibi havan toplarıyla, füzelerle topraklarımıza saldırmalarını bekleyecek değiliz elbet! Gelinen noktada, savunma değil taarruz bir zaruret hâlini almıştır. Ve Sayın Cumhurbaşkanı da, epey zamandan beri tam da bu hususu tekrar tekrar kayıtlara geçiyor… Evet, Türkiye kendi güvenliğini tehdit eden bütün unsurları, olabildiğince uzaktan karşılamak durumunda… Aksi hâlde hasar alma tehlikesi her zaman mevcuttur. Erdoğan’ın ifade ettiği üzere, Suriye sınırımızın ötesinde 20 millik (30-32 km) bir tampon bölge yalnızca bir koridor, bir emniyet şerididir. Elbette sadece bu koridorla her şey hallolacak değildir. Fırat’ın batısında veya doğusunda veyahut başka yerlerde, kısacası topraklarımıza olan mesafe ne olursa olsun, tehdit teşkil eden her yapıya karşı operasyon hakkımız vardır. Buna itiraz etmek isteyen olursa, önce (bana tehdit var diye) 10 bin kilometre öteden, Atlantik Okyanusu'nun öte yakasından gelip Suriye’ye çöreklenen ABD’nin konumuna baksın! Keza Fransa ve İngiltere’nin “terörle mücadele koalisyonu” maskesi altında çevirdiği dolaplara baksın…
O dolaplar ki, geçmişte Kuzey Irak’ta bugünkü tabloyu hazırlayan benzer kirli tezgâhların birer tekrarıdır. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ülkemize karşı yeni bataklık hâline dönüşecek bir güvenli bölge uygulamasına asla izin veremeyiz” derken, 1990’larda; Irak’ın kuzeyinde oluşturulan uçuşa yasak güvenli bölgede, Çekiç Güç marifetiyle PKK terör örgütüne sağlanan lojistik desteği unutmadığımızı ihsas ediyor. “Güvenli Bölge teklifimiz terör örgütlerini Türkiye’nin kontrolünde, bir şekilde sınırlarımızdan uzak tutma amacını taşıyor…” izahı da, Türkiye’nin meşru savunma hakkının tartışmasız ifadesidir. Velakin bu hakkımızı koruyabilmek, yine de güçlü olmamıza bağlı.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Ekrem İmamoğlu doludizgin gidiyor!.. 19 Kasım 2024 | 1.136 Okunma Netanyahu’nun ağzı kulaklarında!.. 16 Kasım 2024 | 59 Okunma Donald Trump Başkan mı, “Süpermen” mi? 14 Kasım 2024 | 50 Okunma İslâm dünyası nasıl bir aksiyon alabilir? 12 Kasım 2024 | 127 Okunma Latin Amerika’dayız… 09 Kasım 2024 | 78 Okunma