Uzun yıllardır terör belasıyla uğraşan Türkiye, son zamanlarda
yine çok yönlü ve oldukça yoğun saldırılara maruz kalmış bulunuyor.
Son birkaç günde meydana gelen terörist saldırılar sonucu hayatını
kaybeden veya yaralanan vatandaş sayısını göz önüne aldığımızda,
yakın tehlike ve tehdidin hangi boyutlarda olduğunu, hemen
anlayabiliyoruz. Bu durum elbette vatandaşı tedirgin ediyor!..
Medyadaki kasıtlı çarpıtma ve yanlış yansıtma olgusu da, ayrıca bu
ortama olumsuz etki ediyor. Dolayısıyla endişelerin daha da
büyümesi söz konusu… Dün hem Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem de Başbakan
Ahmet Davutoğlu; teröre karşı mücadelede, devletin tutum ve
kararlılığını çok kesin bir şekilde dile getirdiler. Başbakanlık
koordinasyon merkezinden yapılan yazılı açıklama ile de, devletin
asayişin sağlanması ve kamu düzeninin korunması noktasında, her
türlü tedbiri alacağı vurgulandı.
Bu yazılı açıklama ve en üst düzeydeki beyanları, sadece kâğıt
üstünde yahut lafta kalacak bir hamaset olarak değerlendirmek
yanlış ve haksızlık olur. Öncelikle bu hususun altını kalın bir
çizgi ile çizelim. Dün geceden itibaren yurt içinde ve yurt
dışında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin terör odaklarına karşı
yürüttüğü operasyonların çapını ve etkisini gün ağarmaya
başladığında fark ettik… Hava Kuvvetlerimize ait uçakların, Suriye
içlerindeki DEAŞ hedeflerini vurması, bize 80’li ve 90’lı yıllarda,
defalarca şahit olduğumuz sınır ötesi operasyonları hatırlattı.
Aynı şekilde dün on altı ayrı vilayette, binlerce polis ve
jandarmanın iştirakiyle gerçekleştirilen asayiş operasyonu;
devletin kamu düzenini koruma noktasında, ne kadar kararlı ve güçlü
olduğunu bir kere daha gösterdi. Doğrusu bu operasyonla ilgili
haberleri izlerken, 1971 yılında İstanbul’da yapılan “Fırtına-1”
tatbikatını hatırladım. Sokağa çıkma yasağının ilan edildiği ve tek
tek bütün ev ve iş yerlerinin arandığı müthiş bir operasyon
neticesinde, o dönemde kullanılan ifadeyle pek çok ‘şaki’ ele
geçirilmişti. Dün de yurt çapında üç yüze yakın yakalama ve gözaltı
olayı gerçekleşti.