Türkiye ile ABD arasında,
“güvenli bölge-barış koridoru” konusunda varılan mutabakatın
muhtevası detaylı şekilde açıklanmadı. Bu yüzden de pek çok sorunun
cevabı askıda… Şüphe ve tereddütler de
haylice.
Türkiye’nin Kuzey Suriye’de yeni
bir harekâta başlamasına ramak kala, ABD ile devam eden yoğun
görüşmeler sonuçlandı ve belli başlı üç ana konuda mutabakata
varıldığı her iki tarafça benzer cümlelerle açıklandı… Ancak bu
mutabakatın mahiyeti icabı, olması gereken pek çok teferruatı an
itibarıyla vuzuha kavuşmuş değil. En azından kamuoyuna
açıklanmış değil. Hâl böyle olunca, sorular peş peşe çengele
takılıp âdeta zincire dönüşüyor!.. Güvenli Bölge veya Barış
Koridoru'nun eni-boyu ne olacak gibi en genel soruların ötesinde,
söz konusu bölgedeki fiilî durum ve bu noktaya kadar yaşananlar ile
bu gelişmeleri yönlendiren odakların genel maksadı, açık ve gizli
niyetleri, hedefleri konusunda oldukça fazla şüphe ve tereddütler
var. Bir önceki yazımızda da dile getirdiğimiz üzere, bu
mutabakatın karşı tarafı olan ABD’nin ikiyüzlü ve esasen
müttefiklik ruhuna asla yakışmayan ve elbette bir süper gücün
politik haysiyetiyle katiyen bağdaşmayan tutumu, mevcut problemin
en olumsuz unsurudur. Bu sebeple problemin çözümü zorlaşmaktadır.
Oysa koskoca Amerikan devleti siyasi etik kurallarına saygı
gösterse, bu meselenin hâl yoluna konulması çok daha kolay
olacaktır. Ne yazık ki hâlihazırda bu konuda iyimser
olamıyoruz!..
Dışişleri Bakanı Mevlût
Çavuşoğlu’nun, “Oyalamaya asla müsaade
etmeyeceğiz…” çıkışı, Türkiye’nin şimdiye kadar
yaşanan ve Menbiç konusuyla tepe yapan, oyalama-sürüncemede bırakma
ve bu arada aksi yönde alan açmak için zaman kazanma taktiklerinin
yeterince not edildiğini, aynı şeylerin tekrarına fırsat
verilmeyeceğini, devlet diliyle bir kere daha hatırlatmaktır. Keza
sınırda harekât hazırlığı tüm hızıyla devam ederken,
Millî Savunma Bakanı Hulûsi Akar’ın Amerikalı
muhataplardan “Bir an evvel cevabınızı
bekliyoruz…” şeklindeki keskin talebi, Türkiye’nin
oyalanmaktan ne kadar bizar olduğunu ve sabrının sonuna geldiğini
net olarak ortaya koymuştu. Elbette Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın,
Fırat’ın doğusuna askerî harekât yapma konusunda, Türkiye’nin
kararlılığını en üst perdeden mükerreren ortaya koyması, ilgili
bütün çevrelerde gerekli yankıyı yapmıştır. İşte güvenli bölge veya
yeni tanımlamasıyla Barış Koridoru, geride kalan bu safhaların bir
sonucudur. Ama bu görülebildiği kadarıyla bir başlangıçtır. Şayet
devamı konusunda da iki tarafın görüşleri ortak noktada buluşursa,
asıl netice hâsıl olacaktır. Ama bunun hiç de kolay olmayacağını
perşembe günkü yazımızda da belirtmiştik.
İnsan bilmediğinin düşmanıdır
derler… Önemli meselelere dair yeterince bilgi sahibi olunmadığı
durumda, kaynağı belli olmayan rivayetler, tahminler,
spekülasyonlar, genellikle menfi yorumlar fazlasıyla gündemi işgal
eder! Nitekim yerli ve yabancı medyada çıkan haber ve yorumlara
baktığımızda, bu durumu görüyoruz. Bazı yabancı gazeteler, güvenli
bölgenin tesisini “hüsnükuruntu” diye
hafife alıyor. Aynı noktadan hareketle, Türkiye ve ABD arasında
varılan bu mutabakatın, masada olmayan taraflarca (Elbette burada
SDG, daha doğrusu PYD’yi kastediyorlar…) nasıl karşılanacağını
irdeliyorlar. Şüphesiz burada daha çok ABD’nin içinde bulunduğu bir
açmazdan söz etmek daha gerçekçi olur! Çünkü bir taraftan hem
müttefik hem NATO üyesi olan bir devletle ortak politikalar
oluşturmaya çalışırken, diğer taraftan bir terör örgütüyle iş tutma
gibi bir garabet ve ciddiyetsizliğin içine düşmüş olan taraf
ABD’nin ta kendisidir… Ve lakin kendi güvenirliğini, imajını bu
denli zedeleyen bir politikanın güdücüsü olmaktan da gocunmuyor.
İşte bütün bunlar, bahse konu mutabakatın sıhhat derecesine dair
ciddi şüpheler olarak arzı endam ediyor. Bütün bu olumsuzlukları
yönetmek ve neticede Türkiye’yi ikna etmek Washington yönetimine
düşüyor. Aksi hâlde Türkiye kararını vermiş bulunuyor. ABD bunun
gayet farkında…