İlk defa resmî olarak kurulan seçim ittifaklarının geleceği ne olacak? Bu ittifaklar yalnızca 24 Haziran’a kadar mı sürecek? Yoksa daha sonrasına da uzanan bir iş birliği sağlanabilecek mi?
24 Haziran’a sadece iki hafta kaldı… Sandığa doğru son düzlüğe girilirken, cumhurbaşkanlığı adayları, siyasi partiler ve ittifaklar bütün enerjileriyle yükleniyorlar. Türkiye için çok önemli sınama. Yeni hükûmet sistemini hayata geçirecek ve siyasi bakımdan istikrar getirmesi istenen bu seçimlerin, beklentiler doğrultusunda sonuçlar doğurması memleket hayrına olacak şüphesiz. Türkiye’nin hayata geçirmek istediği yeni sistem partiler arası ittifakı zaruri kılıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi için, yüzde 50+1 olmazsa olmaz şart. Diğer taraftan sistemin sağlıklı yürüyebilmesi için de, parlamentoda yeterli çoğunluğun sağlanması gerekiyor… Bunun olmaması hâlinde, yürütmenin tıkanma ihtimali kaçınılmaz olarak ortaya çıkacağı için, behemehâl çözüme dönük formüller gerek. Bunun da en başta gelen şıkkı seçim ittifaklarıdır. Ancak siyasi partilerin hedef ve yaklaşımları ve zamanla değişen öncelikleri sebebiyle bu ittifakların sürekliliği de aynı şekilde etkilenmek durumunda. Yani siyasi partilerin ittifak kurması çok kolay olmadığı gibi, bunun sürdürülebilirliği de bir o kadar zorlaşmakta…
Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün Nevşehir mitinginde yaptığı konuşmada bu duruma işaret eden şu sözleri söyledi: “Bu Cumhur İttifakı kolay kurulmadı. Beraber koruyacağız. Bununla birlikte milletin ittifakı diye ortaya çıkanlara sandıkta gereken dersi vereceğiz…” Erdoğan’ın bu açıklaması önemli, zira son günlerde özellikle sosyal medyada yer alan ve kaynağı tam belli olmayan, Cumhur ittifakı'nın geleceğine dair bazı tereddütlerin işlendiği haberler, seçmenin kafasını karıştırmasına yol açabilir. Hem AK Parti hem MHP tabanında, bu türden bir tereddüt ve zihin karışıklığına fırsat verilmemesi hususunda tarafların azami dikkati göstermek istedikleri açık. Dolayısıyla Cumhur İttifakı'nı yalnızca 24 Haziran için değil, sonraki dönemlere de sari olarak sürmesinin hedeflendiği vurgulanıyor. Esasen MHP cenahından da bu husus zaman zaman dillendiriliyor. “Millet İttifakı” içinde yer alan partiler açısından 24 Haziran en öncelikli mesele olduğu için, ileriye dönük orta ve uzun vadeli iş birlikleri konusunda henüz net bir tablo yok. Her ne kadar Meral Akşener ve Kemal Kılıçdaroğlu, bir nevi dereyi görmeden paçaları sıvama kabilinden; tekrar parlamenter sisteme dönüş için şimdiden program yapmak gibi bir söylem içinde olsalar da, bunun reel politikten ziyade bir retorik olduğu ortada…
Fakat yukarıda işarete ettiğimiz üzere, partilerin tek tek kendi reel politik hesaplarında değişkenlik ve dolayısıyla yeni ittifaklara doğru yelken açma her zaman mümkün. Nitekim 2015 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerini hatırlayacak olursak, bugün yan yana duran kimi siyasi partilerin o dönem çok farklı pozisyonlardaydı!.. CHP ile MHP, bir çatı aday etrafında, yedi sekiz tane irili ufaklı partiyi de beraberinde sürüklemek suretiyle sonuç almaya çalışıyordu. Ama bugün MHP lideri, CHP’nin benzer bir ittifakı için “zillet ittifakı” tanımlamasını yapıyor. Siyasetin bu değişkenlikleri hiç şaşırtıcı değil. O yüzden de falan parti niçin filan partiyle birlikte hareket ediyor diye sorgulama yapmak, siyaset pratiği açısından pek mantıklı değil. Zira siyaset sonuç alma ve dolayısıyla mutlaka uzlaşma sanatı olduğuna göre, bu hedefe giden yolların kullanılması kaçınılmazdır. Mesela bugün Saadet Partisi, kendisine yönelen bu türden eleştirileri, 1974 yılındaki CHP-MSP koalisyonunu örnek göstererek karşılamaya çalışıyor. Keza MHP’nin Ecevit’in DSP’si ile koalisyon kurması bu meyanda hatırlatılıyor ve daha yakın geçmiş olarak, 2015 cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki CHP-MHP ittifakına dikkat çekiliyor.
Belki böyle günübirlik polemikleri bir kenara bırakıp, siyaset sosyolojisine uygun ve rasyonel yaklaşımlar üzerinde durmak, hem ülke hem de bizzat partilerin kendi hedefleri açısından daha yararlı olur. Bu durumda, siyasi ittifakları daha kalıcı ve daha gerçekçi zemin üzerine oturtarak, buradan memleket için faydalı sonuçlar devşirmeye çalışmak lazım… Bunun da ilk şartı siyaset üslubunda seviye ve nezaket kurallarına dikkat etmektir… Her zaman yüz yüze bakacak ve belli zamanlarda mutlaka iş birliği yapmak mecburiyetiyle karşı karşıya gelecek siyasetçilerin ve mensubu oldukları partilerin, bu medeni ilişkileri zedeleyecek üslup ve söylemlerden uzak durması gerekir. Siyasette eleştiri, polemik, esprili dil mutlaka olacaktır. Bu aynı zamanda siyasetin renkli tarafıdır. Fakat bütün bunların çirkinleştirilmemesi lazım!.. Ne yazık ki bu dönemde de Türkiye’de siyasi partiler propaganda çalışmalarında belli bir vasatın üstüne çıkamadılar. Gelecek nesillerin de zevkle okuyacağı ve örnek alacağı ince espriler yerine, hakaret yüklü eleştiriler ve çoğu kere temelsiz suçlamalar gırla gidiyor. Hâl böyle olunca siyasetçileri söylediği doğru şeyler de gölgeleniyor. İşte o zaman da seçmenin kafası fena hâlde karışıyor… Oysa böyle bir sevimsiz tabloya mahkûm olmamamız gerekir. Siyasette kaliteyi niçin ihmal ediyoruz, niçin?