Ekonomide yapısal
reformların gerçekleştirilmesi ülkenin öncelikli meselelerinden
biri… Dış politikada yakıcı meseleler önümüzde duruyor. Dolayısıyla
vaktimizi ve enerjimizi doğru yerlere teksif
etmeliyiz…
"Denizi geçip çayda boğulmak" deyişi,
tam da seçim sonrasında yaşanan keşmekeş ve çelişkileri anlatıyor.
Düne kadar şöyle övünmüyor muyduk? Dünyada en güvenilir-dürüst
siyasi seçimleri yapma kapasitesine sahip ülkelerin başında
geliyoruz… Elhak öyleyiz! Ne var ki, seçim sonrasında bir anda,
başka bir iklimin etkisine girdik sanki. Ortalığı dedikodular
sardı. Sosyal medya, aslı astarı olmayan söylentiler ve her biri
etki ajanlarına fit malzemesi olacak türden, saçma sapan
hikâyelerle çalkalanıyor… Arada bir yetkililerden yalanlamalar
gelmiyor değil, ama tezvirat furyası kesintisiz devam ediyor. Niçin
böyle oldu ve nasıl oldu bu iş? Kimler yanlış yaptı? Aslında bu
soruların cevabı hiç de zor değil. Seçimler öncesinde başlayan,
siyasi partilerin propaganda stratejilerinin beslediği bir olumsuz
süreç devam ediyor… Normal şartlar altında kazanan ve kaybeden
tarafların, halkın verdiği kararı olgunlukla karşılayıp
birbirlerini centilmence tebrik etmeleri ve de herkesin artık işine
dönmesi gerekir. Ama nedense böyle olmuyor, olamıyor. Daha doğrusu
siyasi söylemler bu yönde ve fakat davranışlar aksine tezahür
ediyor. Tebrik yerine karşılıklı atışmalar, ithamlar vs. işi başka
mecralara taşıyıverdi… Seçim sonrasında itiraz süreci, hukuki
prosedürün bir parçası. Lakin bu süreç öyle takdim edildi ki,
çözümden ziyade yeni pürüz üretme vasıtası gibi algılanmaya
başladı. Bu noktada parti sözcüleri ne derse desin, artık kâr
etmiyor!.. Günlerdir, kimi sandık görevlilerinin tutuklandığı
iddiaları ve İstanbul’da seçimlerin iptal edileceği yolundaki
üfürmeler ortalığı toz duman ediyor. “Şaibeli
seçimler” ifadesini telaffuz edenler, acaba neye ve
kime hizmet ettiklerini düşünüyor? Bu noktaya neden gelindi?
Gelgelelim kime sorarsanız, lüzumsuz yere ortamı geren
bu hareketlerin hiçbirine gerek yoktu. Sonuç olarak, dış ülkelerden
canımızı sıkacak küstah açıklamalara dahi fırsat verecek bir
ortamın doğmasında herkesin payı var! İstanbul’da CHP ile AK Parti
arasında birbirine çok yakın çıkan neticenin etrafında cereyan eden
gelişmeler, diğer seçim çevrelerinde esasen daha sakin geçmesi
gereken durumları da etkisi altına aldı… AK Parti ile CHP
sözcülerinin karşılıklı atışmaları, Binali
Yıldırım ve Ekrem İmamoğlu’nun
fasılalı açıklamaları vs. birbirini besledi. Parti sözcüleri işi
belli bir çizgide tutmak istiyor belki, ama beri tarafta fesat
odakları da boş durmuyor. Öyle komplo teorileri üretiliyor ki,
akıllara ziyan. Bununla da yetinmiyorlar. Adayların ve yakınlarının
şahsına dair, nice nice çirkin sataşmalarda bulunuyorlar.
Utanmadan! Böylece birbirine karışmış doğrularla yanlışlar kar
yuvarlağı gibi büyüyor. Şunun şurasında birkaç gün zarfında
neticelenecek bir mesele etrafında, toplumun huzurunu kaçıracak
derecede olumsuz hava estiriliyor yahut buna fırsat
veriliyor…
Oysa Türkiye’nin gündemi pazartesinden itibaren böyle
olmamalıydı. Ülkenin çözüm bekleyen pek çok önemli meselesi var.
Ekonomide ve dış politikada atılması gereken kritik adımlar var.
Aylardır konuştuğumuz ekonomik sıkıntıların aşılması için, hızla
hayata geçirilmesi gereken yapısal reformlar söz konusu… İktidar ve
muhalefet olarak siyasetçilerin dikkatlerini teksif etmeleri
gereken meseleler bunlar. Suriye konusunda yeni bir askerî
harekâtın eli kulağındayken, biz nelerle uğraşıyoruz!.. Hâlbuki,
karşımızda küresel güçlerin kurguladığı ve ulusal güvenliğimizi
açıkça tehdit eden sıra sıra oyunlarla karşı karşıyayız. Doğu
Akdeniz’de, enerji konusunda geleceğimizi çok yakından
ilgilendiren, çok taraflı atraksiyonlar sahneleniyor. Amerika
Birleşik Devletleri ile ilişkilerde ciddi darboğazlar yaşanırken,
orta ve uzun vadede Türkiye’nin savunma politikalarını temelden
değiştirmesi muhtemel bazı adımların atılması gibi nazik kararlarla
yüz yüze gelmişken, dikkatlerimizi dağıtacak tali derecede
konularla bu kadar vakit geçirmeli miyiz?
İç siyasette diyalog ve uzlaşma zeminini kurmadan, iktidar ve
muhalefet olarak ülke yararına politikaların üretilmesi mümkün
olmadığına göre, bu istikamette samimi gayretlerin ortaya konması
lazım. Aksi hâlde mahallî ve merkezî yönetimlerde,
iktidar ve muhalefet kanadı sürekli olarak birbirini engelleme ve
ekarte etmek gibi, kimseye faydası olmayan bir çıkmazın içine
düşmekten kurtulamaz. Herhâlde hiç kimse böyle bir vaziyetin içine
düşmeyi arzu etmeyecektir… Bir an evvel yerel
seçimlerin etkisinden çıkılmalı ve Türkiye’nin esas gündemine
yoğunlaşmalıyız. Bu konuda sadece siyaset değil,
bürokrasi, iş dünyası ve medyanın da üzerine düşen çok görevler
var. Bakalım üstesinden gelebilecek miyiz?
"Denizi geçip çayda boğulmak" deyişi,
tam da seçim sonrasında yaşanan keşmekeş ve çelişkileri anlatıyor.
Düne kadar şöyle övünmüyor muyduk? Dünyada en güvenilir-dürüst
siyasi seçimleri yapma kapasitesine sahip ülkelerin başında
geliyoruz… Elhak öyleyiz! Ne var ki, seçim sonrasında bir anda,
başka bir iklimin etkisine girdik sanki. Ortalığı dedikodular
sardı. Sosyal medya, aslı astarı olmayan söylentiler ve her biri
etki ajanlarına fit malzemesi olacak türden, saçma sapan
hikâyelerle çalkalanıyor… Arada bir yetkililerden yalanlamalar
gelmiyor değil, ama tezvirat furyası kesintisiz devam ediyor. Niçin
böyle oldu ve nasıl oldu bu iş? Kimler yanlış yaptı? Aslında bu
soruların cevabı hiç de zor değil. Seçimler öncesinde başlayan,
siyasi partilerin propaganda stratejilerinin beslediği bir olumsuz
süreç devam ediyor… Normal şartlar altında kazanan ve kaybeden
tarafların, halkın verdiği kararı olgunlukla karşılayıp
birbirlerini centilmence tebrik etmeleri ve de herkesin artık işine
dönmesi gerekir. Ama nedense böyle olmuyor, olamıyor. Daha doğrusu
siyasi söylemler bu yönde ve fakat davranışlar aksine tezahür
ediyor. Tebrik yerine karşılıklı atışmalar, ithamlar vs. işi başka
mecralara taşıyıverdi… Seçim sonrasında itiraz süreci, hukuki
prosedürün bir parçası. Lakin bu süreç öyle takdim edildi ki,
çözümden ziyade yeni pürüz üretme vasıtası gibi algılanmaya
başladı. Bu noktada parti sözcüleri ne derse desin, artık kâr
etmiyor!.. Günlerdir, kimi sandık görevlilerinin tutuklandığı
iddiaları ve İstanbul’da seçimlerin iptal edileceği yolundaki
üfürmeler ortalığı toz duman ediyor. “Şaibeli
seçimler” ifadesini telaffuz edenler, acaba neye ve
kime hizmet ettiklerini düşünüyor? Bu noktaya neden gelindi?
Gelgelelim kime sorarsanız, lüzumsuz yere ortamı geren
bu hareketlerin hiçbirine gerek yoktu. Sonuç olarak, dış ülkelerden
canımızı sıkacak küstah açıklamalara dahi fırsat verecek bir
ortamın doğmasında herkesin payı var! İstanbul’da CHP ile AK Parti
arasında birbirine çok yakın çıkan neticenin etrafında cereyan eden
gelişmeler, diğer seçim çevrelerinde esasen daha sakin geçmesi
gereken durumları da etkisi altına aldı… AK Parti ile CHP
sözcülerinin karşılıklı atışmaları, Binali
Yıldırım ve Ekrem İmamoğlu’nun
fasılalı açıklamaları vs. birbirini besledi. Parti sözcüleri işi
belli bir çizgide tutmak istiyor belki, ama beri tarafta fesat
odakları da boş durmuyor. Öyle komplo teorileri üretiliyor ki,
akıllara ziyan. Bununla da yetinmiyorlar. Adayların ve yakınlarının
şahsına dair, nice nice çirkin sataşmalarda bulunuyorlar.
Utanmadan! Böylece birbirine karışmış doğrularla yanlışlar kar
yuvarlağı gibi büyüyor. Şunun şurasında birkaç gün zarfında
neticelenecek bir mesele etrafında, toplumun huzurunu kaçıracak
derecede olumsuz hava estiriliyor yahut buna fırsat
veriliyor…