Cezayir’de İslami Selamet
Cephesi (FIS) Arap Baharı’nı 1990’larda yaşadı. Ama esas Arap
Baharı’nın doğum yeri olan Tunus, nispeten hafif hasarla kurtuldu.
Fas ve Ürdün bugüne kadar sakin kalabildi…
Filistin’den sonra Orta Doğu’nun
belki de en sıkıntılı ülkesi olan Ürdün, bir süreden beri diken
üstünde… Görünürdeki sebebi, halka yük getiren yeni vergi
düzenlemeleri olan sokak gösterileri, ilk etapta Başbakanın
istifasına yol açtı. Ancak Başbakanın gitmesi sokaklardaki
tansiyonu düşürmedi. Oysa göstericiler tabir yerinde ise onun
kellesini istemişlerdi. Ürdün, nüfusunun yarıdan fazlası göçmen
olan nevi şahsına münhasır bir devlet… Yer altı zenginliklerinden
mahrum bu küçük ülkenin, yalnız kendi imkânlarıyla ayakları
üzerinde durma imkânı yok. Bugüne kadar ağırlıklı olarak Körfez
Ülkelerinin ianeleriyle ihtiyaçlarının önemli bir kısmını
karşılayarak gelebildi. Bölgede Filistin’den sonra en fazla su
sıkıntısı çeken ülke olan Ürdün, bu sebeple tarım ve hayvancılık
alanında da istediği üretimi yakalayamıyor. Velhasıl ekonomik
sıkıntılar Ürdün için daimi bir problem. Bu yüzden sosyal ve siyasi
durum oldukça kırılgandır. Ürdün’ün yerli nüfusu aşiret
ağırlıklıdır ve bu aşiretlerin siyaset üzerinde güçlü etkileri
vardır. Yıllar önce, daha Melik Hüseyin hayatta iken, ekmeğe
yapılan yüksek zam sebebiyle bugünküne benzer çok büyük nümayişler
olmuş ve yine hükûmet ve bürokraside yapılan bir dizi
değişikliklerle zar zor sükûnet tekrar sağlanabilmişti. Ancak
bugünkü nümayişlerin kaynağı sadece ekonomik değil.
Bu gerçeği bizzat Ürdün Meliki
II. Abdullah itiraf etti… Orta Doğu’da 1990’lardan beri dış
dayatmaların (Birinci Körfez Savaşı ve devamındaki gelişmeler)
getirdiği denge değişimleri ve kaos, özellikle küçük ve zayıf
devletleri fena hâlde etkiliyor. Gelinen noktada, yine dış baskılar
sonucu oluşan farklı ve tehlikeli bir eksenin bu kırılganlığı
körükleyeceğinden endişe ediliyor. Hatırlayınız, tam bir sene
evvel; 5 Haziran 2017’de birden bire Suudi Arabistan, Mısır ve
Birleşik Arap Emirlikleri, Katar’a karşı ekonomik abluka uygulamaya
başladı. Bu abluka önceki gün birinci yılını doldurdu. Hedef
Katar’ı dize getirmek, yönetimini değiştirmek ve âdeta Bahreyn
gibi, Suudi Arabistan’ın büsbütün etkisi altına sokmaktı. Fakat
Kuveyt ve Umman’ın bu ablukaya katılmaması, Türkiye ve İran’ın da
Katar’a etkili biçimde yardım eli uzatması, şu ana kadar Katar’ın
ayakta kalmasına ve hatta ekonomik yapısını daha sağlıklı bir
yapıya kavuşturmasına imkân sağladı… Fakat Katar’a uygulanan
ablukanın daha da nereye kadar gideceği belli değil. ABD’ye silah
alımı yoluyla ciddi paralar ödeyerek Mısır, S. Arabistan ve BAE’nin
baskılarını hafifletmeye çalışan Katar için durumun ciddiyeti
sürüyor. Katar’a karşı aslan kesilen bahse konu üç ülke, İsrail
hesabına yeni yeni atraksiyonların da içinde boy gösteriyor…
Şüphesiz ABD’nin yeni yönetimince yönlendirilen ve İsrail’in
hesabına kotarılmak istenen sözüm ona yeni bir barış planı üzerinde
çalışıldığı sır değil. Bu çerçevede ABD’nin Kudüs’le ilgili olarak
yaptığı provokasyonlar işin peşrev kısmı…
ABD’nin dümen suyunda, İsrail’e
yanaşmak emelindeki “Troyka” Ürdün’ü de duruma razı edip ve yanına
çekmek için kirli tezgâhlar açmaktan kaçınmıyor anlaşılan. Ürdün
Meliki Abdullah’ın, “Bölgesel Baskılardan” bahsederken, tam olarak
telaffuz edemediği acı durum özetle budur!.. Maksat, Ürdün’ü
baskılayarak uysal çocuk hâline getirmektir. Bu kadar açık ve net!
Neden Ürdün? Zira Kudüs’ün manevi yönetimiyle ilgili olarak Ürdün
özel bir statüye sahip… Kudüs’ün uluslararası hukuk tarafından
tescil edilmiş statüsünü zorla değiştirmek için öncelikle Ürdün’e
boyun eğdirmek gerekiyor… Ürdün (Hâşimî Sultanlığı) ve Fas,
isminden de anlaşılacağı üzere Hazreti Peygamberimizin soyundan
gelen aileler (Ürdün’de şerifler, Fas’ta ise Seyyidler) tarafından
idare ediliyor. Cezayir, bir nevi Arap Baharı’nı 1990’larda
yaşamıştı. Birkaç yüz bin kişinin hayatını kaybettiği ağır bedeller
ödemişti. Ama “Arap Baharı’nın” aslı doğum yeri olan Tunus; Suriye,
Libya ve Yemen’e göre daha hafif hasarla şimdilik kurtarmış
görünüyor. Burada En – Nahda hareketinin epeyce dönüştürülüp
uysallaştırılarak netice alındığını belirtmek gerekiyor. Mısır’da
İhvan-ı Müslimin teşkilatına aynı şey yapılamadığı için orada büyük
sıkıntılar devam ediyor.
Fas ve Ürdün bir şekilde bugüne
kadar sakin kalabilmişti. Fas’ta Altıncı Muhammed’in önceden
yönetimde yaptığı önemli değişiklik ve getirdiği esneklikler büyük
ölçüde yatıştırıcı rol oynadı. Ürdün’ün de öteden beri ABD ve
İngiltere ile olan ilişkilerinin, Suriye ve Lübnan’a nazaran
kendisine önemli kolaylıklar sağladığına işaret etmemiz gerekiyor.
Fakat bütün bunlar bir yere kadar. Şayet ülkelerin siyasi, ekonomik
ve sosyal yapıları sağlam temeller üzerine oturmuyorsa, kırılganlık
her zaman kendini gösterebiliyor veya dış etkilere karşı
dayanıksızlık derhâl tezahür edebiliyor… Özetleyecek olursak, son
zamanlarda Ürdün, kelimenin tam manasıyla diken üstünde. 1970’li
yıllarda Filistinli göçmenlerden dolayı büyük problemler yaşayan ve
büyük çatışmalara sahne olan Ürdün, Melik Hüseyin’in şahsi beceri
kararlılığı ile çok zorlanarak da olsa, meselenin üstesinden
gelmişti. Bakalım oğlu Abdullah da üstesinden gelebilecek
mi?