İsmail Kılıçarslan Yeni Şafak Gazetesi

Aç şunu

Elindeki telefon, elini yakan bir demir filizine dönmüş durumdaydı son sekiz saattir. Açmıyordu. Daha kötüsü, mesajlarını okuyor, cevap yazmıyordu. Bir yirmi birinci yüz yıl işkencesi olarak açılmayan cep...

07 Ocak 2018 | 145 okunma

Elindeki telefon, elini yakan bir demir filizine dönmüş durumdaydı son sekiz saattir. Açmıyordu. Daha kötüsü, mesajlarını okuyor, cevap yazmıyordu. Bir yirmi birinci yüz yıl işkencesi olarak açılmayan cep telefonu, cevap verilmeyen mesaj yöntemiyle Haluk’u adım adım bitiriyordu. Hani boş bir odaya oturtup ellerini bağlasanız, yarımşar dakika arayla başına birer damla su düşmesini sağlasanız, bunu on beş gün sürdürseniz bunca delirmezdi. 

Son sekiz saatte bütün hayatı değişmişti.

Son sekiz ayda bütün hayatı değiştikten sonra şimdi yeniden bütün hayatı tekrar değişmişti. Bu kadar değişimi kaldıracak bir kalbi olduğundan emin değildi. Bir kalbi olduğundan ve onun an itibariyle paramparça olduğundansa adı gibi emindi.

“Birbirleri için yaratılmışlar, ruh eşi, maşallah pek yakışmışlar, siz birbirinizi tamamlıyorsunuz” klişelerinin tamamı Haluk’la Esra’ya uyuyordu. Elmanın çekirdeğini taşıması gibi içlerinde taşıdıkları aşkı birbirlerini gördükleri ilk an serbest bırakmışlar, daha doğrusu iradeleri dışında serbest kalmıştı o çekirdekler. Birbirlerine baktıklarında, sadece bir an baktıklarında bütün bir insanlık tarihinin aşık kadınlarıyla bütün bir insanlık tarihinin aşık erkekleri birbirlerine bakıyorlarmış gibi olmuştu. Bütün bir insanlığa yetecek kadar aşktı. Ve zaten sadece aşk yetebilirdi bütün insanlığa...

“Esra ile Haluk” olmuşlardı. “İle” bağlacı bile fazlalık teşkil ediyordu. “EsraHaluk” olmuşlardı. “Esharaluk” olmuşlardı hatta. Birbirlerine bitişmişler, bütün boşlukları ortadan kaldırmışlar, bütün eksiklerini birbirlerinde tamamlamışlardı. İkiyi bire indirmemişlerdi elbet, ancak ikilikte bir olmayı başarmışlardı.

Fakat şimdi Esra Haluk’un telefonlarına bakmıyor, mesajlarını okuyor ama cevap vermiyordu. Son sekiz saattir böyleydi bu ve son sekiz saattir Haluk, yaşlandığını, kocadığını, hayattan çok ölüme yakın olduğunu hissediyordu. Çünkü Esra’nın telefonunu niçin açmadığını biliyordu. Mesajlarına niçin cevap vermediğini biliyordu. Yine de bir umutla yazdı: “Söylemek istediğim şey o değildi. Sadece ailemi değil, bütün dünyayı karşıma alırım. Servetmiş, statüymüş, yere batsın hepsi. Sadece seninle yürüyebilirim. Nefesim kesiliyor, kalbim daralıyor, ölüyorum.”

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Mustafa Kemal’in askeri değil Türkiye’nin leşkeriyiz 23 Kasım 2024 | 179 Okunma O sınırın nerede olduğunu bulsak mı? 19 Kasım 2024 | 276 Okunma Bir kapı nereye açılır? 17 Kasım 2024 | 199 Okunma Benzersizlik anlatısı ya da senden sekiz buçuk milyar daha var 16 Kasım 2024 | 1.055 Okunma Bir teklif: Türkiye’nin küresi 12 Kasım 2024 | 271 Okunma