Arkadaşınız olduğunu düşündüğünüz birinin “vakti gelince hesap kesmek için” pusuda beklediğini hayal edebilir misiniz? Etmezsiniz, etmemelisiniz. Peki bu hayal bile edemediğiniz şeyin başınıza geldiğini gördüğünüzde ne dersiniz? Ben şöyle dedim: “Hay Allah yahu. Böyle yapması gerekmezdi. Demek ki bir sıkışıklığını benim üzerimden giderme çabasında. Eh, demek ki arkadaşlığımız hâlâ en azından bir tarafın faydasına.” Saf mıyım sizce? Sizce olmasam bile neredeyse bütün dünya tarafından bu artık “saflık” kabul ediliyor. Bilmem, belki de hâlâ safça savunmak lazım bazı durumları ve şeyleri.
Arkadaşınız olduğunu düşündüğünüz birinin arkadaşlığı en çok hangi anda belli olur? Eskiden yaptığınız ve şu ya da bu oranda hesaplaştığınız, şu ya da bu oranda pişman olduğunuz bir hatanızı “tekrar deşmeme” nezaketi gösterdiğinde bence. Evet, bunu yapabildiğinde...
“Arkadaş” diyoruz değil mi? İlk bakışta anlaşılabilecek anlamıyla “arkanı, sırtını yaslayabileceğin insan teki.” Azaldı, iyice azaldı arkadaş olabilme durumu. Belki de içinde yaşadığımız hayat buna zorluyordur bizi. Kendi tuhaf bencilliğimiz yüzünden kimseye “arka-daş” olamıyoruzdur, kimse bize arkadaş değildir belki de...
***
Telefonda şöyle dedim bin yıllık arkadaşıma: “Ne olduysa oldu. O olan şey nasıl olduysa oldu. Seni şu ya da bu oranda eleştirdim. Sana şu ya da bu oranda kızdım. Fakat hepsi geçti, geriye senin sen olduğun ve arkadaşlığımız kaldı. Geçip giden geçip giderken arkadaşlık icabı eleştiriyordum seni, arkadaşlık icabı kızıyordum. Fakat şimdi olan olduğuna göre arkadaşlık icabı olarak yanındayım, emrindeyim.”
***