“Sessiz bir hayatın cesur yalnızlığı…” Bu dizeyi nerde okuduğumu hatırlamaya çabalayarak tırmanıyordum yokuşu. İnsanın bir iflahı varsa çoktan kesilmiş olması gerekirdi benimkinin. Sıcaklık elli beş derece falan olmalıydı. Otogardan bu yana sürdürdüğüm yürüyüşte sağ elimdeki valiz ağırlaştıkça ağırlaşmış, sol omzuma çaprazlama astığım çanta ise belirgin bir dengesizlik katmıştı yürüyüşüme. Doğuştan topal bir eşek gibi sekerek söktürüyordum yokuşu.
İlerde bir kadın, evin önündeki küçük kel arsada salıncağa benzer yuvarlak bir düzeneği biteviye çeviriyordu. Düzeneğin üzerindeki çarşaflar ince demirin çıkardığı sese eşlik eden bir ıslık tutturmuşlardı.