Salı günü Ankara’daydım Yusuf Genç ile birlikte. Aynı güne biri Yıldırım Beyazıt Üniversitesi biri de Diyanet Gençlik Fuarı olmak üzere iki konferans, bir bakanlık ziyareti ve bir yazar görüşmesi sığdırabildik.
Bütün bunların yanına bir de akşamüzeri Aydın Ünal ağabeyimizin davetiyle kendimizi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bulduk. “Bir uğrar çıkarız” dediğimiz ziyaret yaklaşık dört saat sürdü. Hatta bu ziyaretin beklediğimizden de uzun sürmesi bir şakaya da konu oldu. Bir vekilimiz şöyle dedi: “Erken seçim kararından önce gelseydiniz size ayıracak beş dakikamız ya olurdu ya olmazdı. Şimdi her birimiz 21 Mayıs günü aday listelerinin açıklanacağı saati bekliyoruz. O zamana kadar bir çeşit ‘işsiz mi kalırız acaba’ rehaveti var üzerimizde. O yüzden size bir çay daha söyleyelim.”
Tabii mecliste gördüğüm sayın vekillere “aday adaylığı için desteğinizi talep etmeye geldim. İstanbul birinci bölge” şakasını yaptığımda aldığım cevap da hemen hemen aynı oldu: “Acemi olduğun da, aday adayı olmadığın da çok belli. Aday adayıysan ya parti genel merkezinde ya da Cumhurbaşkanlığı külliyesinde olman gerekirdi şu saatlerde.”
Bilmem takip ediyor musunuz? Hatay, Samsun, Adıyaman gibi illerde AK Parti’den ortalama yüzer aday adayı var. Altı, sekiz, on gibi vekiller çıkaran bu iller için hemen hemen üçer dörder mevcut vekilin yola devam edeceği düşünülürse geri kalan koltuklar için yarışan aday adaylarının yerinde olmak istemezdim bu bir. AK Parti’de vekil adayı belirleme komisyonlarında çalışan yetkililerin yerinde olmak istemezdim bu iki. Hele bu süreçte Sayın Cumhurbaşkanı’nın yerinde olmayı hiç istemezdim bu da üç. Ne zorlu, ne tuhaf bir süreç…
Neyse, meclis diyorduk. Kendisiyle her karşılamamızda “yahu ne kadar güzel bir insan” dediğim Selçuk Özdağ ile Meclis İdare Amiri Orhan Karasayar’ın odasında karşılaştık. Hatay’ın dillere destan misafirperverliğini meclis çatısı altında yaşadık Karasayar sayesinde. Selçuk Özdağ, iki nefis anekdot anlattı. İlkini burada yazacağım. Keçili ve Türkmenli harika bir hikâye olan ikincisini ise seçimden sonra kaleme alacağım bir pazar yazım için saklıyorum.
Nezaketiyle ve devlet adamlığıyla maruf eski bakanlarımızdan Kamran İnan bir gün Selçuk Özdağ’ın yanına gelir. Der ki “evlat, belli bir şey, sende siyasetçi kumaşı var. Şu üç tavsiyeyi sakın unutma. Birincisi, akçeli işlerden uzak dur. Bu aziz millet sevdiği adamın tüm ihtiyaçlarını karşılar. Bir bakmışsın seçim kampanyan olup bitivermiş ruhun duymadan. Bir bakmışsın hiç beklemediğin anda ihtiyaçların karşılanmış. İkincisi, hem dışarıda hem de bilhassa mecliste sana iyi davranmaya çalışan hiçbir kadına güvenme. O mesele çok politikacının ayağını kaydırdı. Hatta bazı vekilleri ajanlık yapmak zorunda bıraktı.”