“Bir uzak gecenin sonunda o var” dediler bana.
İlkin uyumamayı denedim. Koyu kahveler, soğuk sular, maceralı kitaplar eşliğinde günün doğmasını, güneşin şu köhnemiş gezegeni aydınlatmasını bekledim. Gecenin yıldızlarını saydım ilkin. Sokaktan geçen köpeklerin havlamalarına kulak kabarttım. Sonunda yalancı bir aydınlık oldu. İnanmadım ona. Atalarım bana, yalancı aydınlıklara inanmamayı iyice öğretmişti. Sonra tekrar kapadı gök kendini. Siyaha kesti her yer yine. Ardından küçük, incecik bir ışık oldu. Anladım ki İncil’de ve Tevrat’ta, Zebur’da ve Kur’an’da geçen aydınlık budur. Işık arttıkça gitti karanlık. Aydınlandı her yan. Pencereden bakınca önümdeki evleri, ta ilerdeki yaşlı ağaçları, onların ardındaki çorak tepeyi görür oldum. Ve boyun bağımı düzelttim ve losyon sürdüm ve baktım kendime aynada. Gelecek diye.
Gelmedi.
“Belki bazı şeyleri yanlış yapmışımdır” diye düşündüm. Belki de uyumam lazımdı gece boyu ve saati kurmam gerekiyordu uyanmak için. Belki evimin kapısına ismimi yazmam gerekiyordu kolaylıkla görüp gelsin diye. Belki kitap okumam değil de müzik dinlemem, müzik dinlemem değil de dünya ve içindekiler hakkında düşünmem gerekiyordu. Belki...