Hiç aklımda olmayan bir paraya kavuşmuştum. Hikâyesi uzun. İşte Ankara’da bir dükkân var, kirası bana gelecekti güya. O dükkânın kiracısı 6 aydır kira ödemiyordu. Son bir umut arayıp “abi be, öğrenci adamım, gönder şu parayı ne olur” dedim, hiç ummadığım şekilde gönderdi.
Öğrenci yoksulluğunun en dibindeyim. Burs görüşmelerinde hep okuduğum kitapları soruyorlar, hep yanlış oluyor cevaplarım. Üstelik kimsenin istemediği tehlikeli uyruklar olarak çeşitli yurtlardan, evlerden kovulmuş dört adam, yağmur yağdığında şemsiye açarak oturduğumuz bir çatı katına sığınmışız. Makarna ağacı çıkacak midemizde. Durum felaket. Ve gelen para iki, belki üç ay rahat edeceğim bir para.
Kadıköy sahildeki bankadan parayı çekip Bahariye’ye doğru yürürken bir kuyumcu vitrininde gördüm onu bir çalım. Beyaz altın ama üzerinde sarı şeritler var. Güzel, çok güzel bir yüzük… Yanından geçip gittim. Belki on metre yürüdüm. Sonra tekrar, yavaş yavaş döndüm vitrine. Bir kez daha baktım.
Aslında belki girmezdim kuyumcuya ama o anda içerden biri çıkınca, kapı da öyle yarım açık kalınca kendimi tezgâhtar kızın önünde buldum. “Şu” dedim, “şu beyazlı sarılı olan.”
“Güzel tercih” dedi tezgâhtar kız. “Çok güzel bir model” dedi. O yıllarda henüz “tasarım” laçkalığı dolaşımda değildi demek.
Elime aldım, inceledim. “İsterseniz takayım, parmağımda da görün” dedi kız. Kızın parmağında bile çok güzel duruyordu. Demek ki onda olağanüstü dururdu. “Ellerin ellerin ve parmakların / bir narçiçeğini eziyor gibi” dizeleri onun için yazılmıştı çünkü. Dünya onun için dönüyor, ben de onun sayesinde nefes alıyordum.